Google
 

16 Ekim 2007 Salı

Türkiye’nin eğitim haritası

İsterseniz önce Türkiye’nin eğitim haritasının genel bir sınırını çizelim. Bugün Türkiye’de yeni eğitim-öğretim yılına girerken 19 milyon civarında öğrencimiz var. Avrupa Birliği ülkelerinin birçoğunun toplamı biliyorsunuz bu sayının altındadır. Bu kadar büyük bir genç nüfusa sahip olmak hem bir şanstır, hem de bazı zorluklar getirir. 19 milyon gencin takriben yüzde 60’ı ilköğretimde, yüzde 1’i okul öncesinde, yüzde 8-9’u yüksek öğretimde, yüzde 18’i yaygın öğretimde, yüzde 8’i klasik lise eğitiminde, yüzde 5’i de meslek eğitiminde. Cumhuriyetten bugüne kadar eğitimde yaşadığımız süreci şöyle genel olarak inceleyecek olursak; bizim okul öncesi dediğimiz öğrenci sayımız 49 kat artmış, ilköğretimdeki öğrenci sayımız 28 kat artmış, ortaöğretimdeki öğrenci sayımız ise 608 kat artmış. Ama mekanlarda aynı oranda artış yok. Örneğin ortaöğretimde 608 kat artan öğrenci sayısına karşılık okul ve derslik sayısı 40 kat artmış. Bakın hemen burada çarpıklığı görüyoruz.. Öğrenci sayısı ile derslik sayısı aynı oranda olmayınca, bu da tabii doğrudan doğruya eğitimde kaliteye yansıyor. Eğitimde bir başka konumuz ise, finansman sorunu. Cumhuriyetin ilk yıllarında tüm olumsuz koşullara rağmen Atatürk’ün isteğiyle eğitim ön planda yer almıştır. Atatürk eğitimi o kadar birinci tercih haline getirmiştir ki , Cumhuriyetin ilk yıllarındaki köy enstitüleri dediğimiz kurumlardaki eğitim koşulları bugünkü ile kıyaslanmayacak kadar pozitif yönleri olan uygulamalardı. O koşullarda köy enstitülerinde, köyden gelen çocuklarımıza piyano verilebilmişti. Hasan Ali Yücel bu çocuklara dünya klasikleri okutmuştu. Sonuç olarak bunlar arasından çok ünlü yazarlar çıkabilmiştir. Bunlar hep eğitimde 50-100 yıl sonrasını görebilen,vizyon gerektiren uygulamalardı. İşte özellikle 1946 yılından sonra cumhuriyetin eğitim atağında böylesine azalma görüyoruz ve sonuçta bugünkü noktaya geliyoruz. Bugünkü noktada bana göre en çok rahatsız eden durum; ortaöğretimdeki çocuklarımızın zamanında yönlendirilememesi nedeniyle herkesin üniversite önüne yığılması sorunudur. Ben şöyle bir benzetme yapıyorum, biz bugünkü uygulamamızla çocuklarımızı adeta otobüslere bindiriyoruz, otobüslerin pencerelerini kapatıyoruz, onların ellerine birer test kitabı veriyoruz ve bilinmeyen bir yere doğru onları götürüyoruz. Tam üniversite kapısına getiriyoruz diyoruz ki “Her 100 öğrencinin ancak 10-11’i içeri girsin, kalanı geri dönsün”. Tabii böyle sınava odaklı hale gelen bir eğitim, ezberci eğitime yöneliyor, ezberci eğitim de bu sefer eğitimin hedeflerine ulaşmamızı engelliyor. Bugün sokağa çıktığımızda 10 gençle söyleşi yapsak, birtakım çarpıklıkları görebiliriz. Ne yapıyor gençler? Biran önce köşe dönmek istiyor ve yurt dışına gitmek istiyor. Eğitimde bir finansman sorunu var. Bakınız Milli Eğitim’in bir bütçesi var, bu bütçeden söz etmekle eğitime ne kadar para aktardığımızı ortaya koymak istiyorum. 1990 yılında eğitime ayrılan pay 13.21’miş, 5 yıl sonra 10’a inmiş. Bugün ise 6,6’ya inmiş. Yani giderek düşen bir rakam zinciriyle karşı karşıya bulunuyoruz. Başka ülkelerle karşılaştırdığımızda daha ilginç bir durumla karşılaşıyoruz. Eğitimde öğrenci başına yapılan yıllık harcamayla ilgili istatistik rakamlarına göre, Avrupa Birliği ortalaması 3 bin 850 dolar, Yunanistan’da 2 bin 368 dolar, Tunus’ta 891 dolar, Zimbabwe’de 768 dolar. Biz şu anda Zimbabwe’den de az para ayırabiliyoruz eğitime. Bu tabii siyasi iktidarın tercihidir. Devlet, eğitime bazı sorunlar nedeniyle fazla pay ayıramıyor. Peki sokaktaki yurttaşımız ya da ortalama bir Türk ailesi eğitime ne kadar para ayırıyor? Orada da iyi rakamlar çıkmıyor karşımıza. Önümde Devlet İstatistik Enstitüsü’nün hane halkı araştırmaları diye verileri var: Ortalama bir Türk ailesi aylık gelirinde gıdaya yüzde 30 ayırıyor, konuta yüzde 23, eşyaya yüzde 9, giyime 8.9, ulaşıma 8.8, sağlığa 2.6, eğlenceye 2.3, eğitime 1.4. En son eğitim geliyor. Yani sonuç olarak eğitimin önemini belki yeteri kadar algılayamadığımız için devletimiz de, Türk ailesi de eğitime yeteri kadar kaynak ayıramıyor. Bu da tabii eğitime yansıyor. Nasıl yansıyor? Bugün Avrupa Birliği ülkelerinde biliyorsunuz bir derslikteki öğrenci sayısı 20-25 civarında, Türkiye’de ise 50 civarında. Bunlar büyük rakamlar. Çünkü sınıf mevcutları eğitim kalitesine çok etki eder. Eğer biz bir sınıfa 70 kişiyi, 80 kişiyi, 50 kişiyi doldurursak öğrenci merkezli eğitim, yani öğrencinin eğitimde aktif olduğu uygulamayı başaramayız.
Ben iki noktaya değinmek istiyorum. Eğitim sisteminin en büyük sorunu bugün orta öğretimin yanlış yapılandırılması, yani mesleki eğitimin sağlıklı olarak yapılamamasından kaynaklanıyor. Sınava odaklı eğitime yol açıyor bu yapılanma. Bugün eğitim sistemi tamamen ezbere ve sınava odaklı. Düşünme ve araştırma diye bir şey yok. Yeterince sorun çözmeyi öğretmiyoruz ki, zaten eğitimin asıl hedeflerinden biri bu olmalıdır. Öğrencilerimiz kendilerini ifade etme becerisi kazanamıyor. Okuma alışkanlıklarıyla güzel sanatlarla ilişkileri yok. Eğitim sistemimizin en büyük handikapı budur. Bunu aşmanın tek yolu, ortaöğretimi yeniden Avrupa Birliği ülkelerinde olduğu gibi doğru bir şekilde yapılandırmaktır. Bunu kavrayamadığımız sürece ne yaparsak yapalım, öğretmen sayımızı ne kadar artırırsak artıralım, mekan sorununu ne kadar çözersek çözelim, sorunun içinden çıkamayacağız. 18 milyonun üzerinde çocuğumuz bugün okul çağında. Öğretmenlerimize ve velilerimize diyorum ki; gelin çocuklarımızın çocukluklarını erteletmeyelim. Onlara ezberleterek değil; yaşatarak öğretelim. Onların beyinlerini bilgi çöplüğü yapmayalım, onları ezberci eğitimin karanlıklarına yöneltmeyelim.2004 bütçesi 2003 bütçesinden farklı değildir. Bütçeler halka hizmet bütçesi olması gerekirken hükümetler bir süreden beri bütçeleri formalite olarak hesaplıyorlar.Rakamlar bol olunca işin inceliğini bilmeyen büyük bir kısım neyin ne olduğunu fark edemiyor. 2003-2004 bütçesini kıyasladığımızda bunu açık ve net olarak görüyoruz.Dağıtmış olduğumuz tabloda 2004 yılı bütçesi enflasyondan arındırılarak reel rakamlarla 2003 yılı ile mukayese edilmektedir.Tablonun en son sütununda bütçelerin 2003 yılı bütçesi ile bundan evvelki üçlü koalisyonun yapmış olduğu bütçelerden farklı olmadığı görülmektedir. Ekonomi % 5 büyüyecek denilirken bütçenin hiçbir kaleminin gelir gider % 5 büyümediğini görüyoruz. Eğitime ne kadar para ayrılmış? Eğitime bu seneden farklı olarak fazla para ayrılmadığı görülmüştür. Nüfusun % 20’sini teşkil eden 3 milyon 289 bin ailenin eğitime ayırdığı para 1,2 katrilyon iken geriye kalan 13 milyon 156 bin ailenin eğitim için ayırdığı para sadece 430trilyon liradır. Yani nüfusun % 20’sinin eğitime ayırdığı para nüfusun % 80’ nine ayırdığı paradan tam dört misli fazladır. En yoksul 3.3 ailenin eğitime ayırdığı para sadece 4,9 trilyon liradır. Aradaki fark324 mislidir. Sağlık ve Adalet bütçelerinde ise hiçbir artış ve harcama yoktur.
Ülkenin kalkınması ile ilgili yatırımda 2003 yılının başlangıcında yatırımlara ayrılan para 8 katrilyondur. Bunu revize edip 6,5 katrilyona düşürüldü. Yani yatırım miktarı düşürüldü. 2004 yılında 7,5 katrilyon % 4,7’dir. Halbuki geçen senenin başlangıç ödeneği % 5,5’dir. Türkiye’de yatırım harcamasına para yoktur. Buna karşılık faiz artmış, yatırım azalmıştır. Vergilere bakıldığında dolaylı vergiler artmaktadır. Peynir, zeytin, tüpgaz...Ama gelirler ve kurumlar vergisinde önemli bir artış yoktur. Taşıt vergisi % 100 artacak,buna rağmen bütçe açığı devam etmektedir. Yani devlet borçlanmaya devam etmektedir. Nitekim önümüzdeki yıl 36 katrilyon daha net olarak borçlanacağız. Halkımız belli bir dönem inlemeyi göze aldı ve katlandı. Arjantin gibi olmadık. Ama bu belli olan dönemi bir türlü sona erdiremiyoruz. Yabancılar bize aman çok iyisiniz diyerek bizi gaza getiriyorlar. Ama halka indiğinizde halkın gidişinde bir düzelme görülmemektedir. Tersine daha çok vergi ödenmektedir. Özet olarak ; 2004 bütçesinin 2003 bütçesinden farkı yoktur. Hükümet iradesini IMF’e ve Amerika’ya teslim etmiş durumdadır. Ekonominin tabii seyrinde gelişim görülmesi ise halka intikal etmediği için hiçbir fayda sağlamamaktadır.

Hiç yorum yok: