Google
 

30 Ekim 2007 Salı

EĞİTİM VE ÖĞRENİM HAKKI

1982 Anayasası’nın 42. maddesi olmak üzere, Türkiye’nin taraf olduğu uluslararası insan hakları sözleşmeleri ile tanınıp güvence altına alınmıştır. Bu hak Anayasamızda sosyal ve ekonomik haklar arasında düzenlenmiştir. Dolayısıyla devlete bu konuda pozitif yükümlülükler yüklemektedir. Devletin, eğitim ve öğretimin engellenmemesi yanında herkesin bu haktan yararlanmasını sağlayacak koşulları yerine getirmesi gerekmektedir. Eğitim hakkı da diğer haklar gibi kötüye kullanılamaz ve devlet tarafından bir takım meşru amaçlarla sınırlanabilir.
1982 Anayasası’nın 42. maddesine göre, “Kimse eğitim ve öğrenim hakkından yoksun bırakılamaz”. Aynı ifade Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi’nin Ek 1. Protokolün 2. maddesinde yer almaktadır. Burada “Hiç kimse eğitim hakkından yoksun bırakılamaz” denilmektedir. Bu hüküm devlete iki tür sorumluluk yüklemektedir. Birincisi devlet eğitim hakkının gerçekleştirilmesi için gerekli koşulları sağlayacak ve hiçbir ayrım yapmadan herkesi eşit bir şekilde bu haktan yararlandıracaktır. Dolayısıyla eğitim hakkının her hangi bir şekilde engellenmesi bu hükmün ihlali sonucunu doğuracaktır. Devlete düşen ikinci sorumluluk, kendi dışında diğer bireyler tarafından da eğitim hakkının kullanılmasını engelleyen uygulamalara son verecek tedbirler almaktır. Bu noktada Türkiye’nin belli yörelerinde töre ya da inanç nedeniyle çocuklarını okullara göndermeyen aileler sorunu devletin bu kapsamda sorumluluk alanına girmektedir.
Eğitim hakkının kapsamını belirlemede devlete geniş bir takdir yetkisi verilmiştir. Anayasamızın 42. maddesine göre “Öğrenim hakkının kapsamı kanunla tespit edilir ve düzenlenir”. Anayasa devlete kanunla düzenleme yetkisi verirken, bu kapsama ilişkin bazı sınırlamaları kendisi çizmektedir. 42. Maddeye göre, “Eğitim ve öğretim, Atatürk ilkeleri ve inkılapları doğrultusunda, çağdaş bilim ve eğitim esaslarına göre, … yapılır”. Yine aynı maddede “İlköğretim, kız ve erkek bütün vatandaşlar için zorunludur ve Devlet okullarında parasızdır” , “Türkçeden başka hiçbir dil, eğiti ve öğretim kurumlarında Türk vatandaşlarına ana dilleri olarak okutulamaz ve öğretilemez” denilmektedir. Anayasa’da devletin düzenleme yetkisine getirilen bu sınırlamalar dışında Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesinde devlete bir başka sorumluluk da yüklenmiştir. Sözleşmeye göre “ Devlet eğitim ve öğretim alanında yükleneceği görevlerin yerine getirilmesinde, ana babanın bu eğitim ve öğretimin kendi dini ve felsefi inançlarına göre yapılmasını sağlama hakkına saygı gösterir”.
Devlete Anayasamızda yüklenen sorumluluklardan birisi ilköğretimin kız ve erkek çocuklar için parasız ve zorunlu olmasıdır. Ülkemizde ilköğretimin yasalarla parasız olarak verilmesi öngörülmüş olmakla birlikte uygulamada okul kayıtları sırasında “zorunlu bağış !” adı altında ücretler alınmaktadır. Bu uygulama açıkça Anayasa ve yasalara aykırı olduğu gibi eğitim hakkının ihlali sonucunu doğurmaktadır. Ücretsiz olması gereken ilköğretimde okul kayıtları sırasında vatandaşların bağış vermeye zorlanması durumunda ilgili okul yöneticilerine karşı İl ve İlçelerde bulunan İnsan Hakları İl ve İlçe Kurullarına başvurular yapılabilir.
Türkiye’nin taraf olduğu Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi’nin Ek 1. Protokolün 2. maddesinde eğitim ve öğretim hakkı düzenlenirken devlete “ana babanın dini ve felsefi inançlarına riayet etme mükellefiyeti” yüklenmektedir. Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi bu maddeyi yorumlarken, devlet okullarında ana babanın dini ve felsefi inançlarına uygun bir ders programı yapma yükümlülüğünde olduğunu kabul etmiştir. Bir başka ifade ile özel okullarda bu imkanın sağlanmış olması devletin bu konudaki sorumluluğunu ortadan kaldırmamaktadır. Bu hüküm ayrıca devletin, ana babanın dini ve felsefi inançlarına aykırı nitelikte belli bir fikri aşılamasını yasaklamaktadır. Ancak bu hüküm Devletin dini ve felsefi bilgi vermek amacıyla okul programlarına din dersi koymasına engel değildir. Konulan ders “çoğulcu, objektif ve bilimsel” nitelikte ise ana babaya bu dersin konulmasına engel olma hakkı tanınmamıştır. Devletin her ana babanın inançları ya da felsefi görüşü doğrultusunda devlet okullarında eğitim sağlama zorunluluğu yoktur[1].
Anayasamızın “Din ve vicdan hürriyeti” kenar başlıklı 24. maddesine göre “ Din ve ahlak eğitim ve öğretimi Devletin gözetim ve denetimi altında yapılır. Din kültürü ve ahlak öğretimi ilk ve orta öğretim kurumlarında okutulan zorunlu dersler arasında yer alır. Bunun dışındaki din eğitim ve öğretimi ancak, kişilerin kendi isteğine, küçüklerin de kanuni temsilcisinin talebine bağlıdır.” Bu düzenleme din kültürü ve ahlak öğretimini ilk ve orta öğretim kurumlarında zorunlu hale getirmektedir. Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi’nin yukarıdaki içtihadında da belirtildiği gibi bu ders “çoğulcu, objektif ve bilimsel” niteliklere sahipse böyle bir dersin zorunlu olması eğitim hakkının ihlali kabul edilmemektedir. Ancak Türkiye’de eleştirilen konu uygulamada bu dersin belli bir dinin hatta belli bir mezhebin öğretilmesi şeklinde olduğu ve gerekli çoğulculuk, objektiflik taşımadığıdır. Dolayısıyla Türkiye’de yaşanan sorun mevzuattan çok, uygulamadan kaynaklanmaktadır.
Anayasamızın 42. maddesinde “Türkçeden başka hiçbir dil, eğitim ve öğretim kurumlarında Türk vatandaşlarına ana dilleri olarak okutulamaz ve öğretilemez” denilmektedir. Bu hüküm Türkçeyi eğitim ve öğretim kurumlarında “zorunlu resmi dil” haline getirmektedir. Bu uygulama Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi’ne de uygun görülmüştür. Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi “Belçika Dil Davası”nda zorunlu resmi dilde eğitimi Sözleşme’nin Ek 1. Protokol 2. maddedeki eğitim hakkına aykırı görmemiştir. Bu davada Belçika’da belli bölgelerde ilköğretimde tek bir dilin eğitim dili olması zorunlu kılınmıştır. Bu bölgelerde yaşayan ve Fransız asıllı olan kişiler devlet okullarında Fransızca da eğitim verilmesini istemişlerdir. Bu taleplerinin kabul edilmemesi sonrası Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi’ne başvurmuşlardır. Mahkeme, kararında, Protokolün belli bir dilde öğretim yapan okullar açma ya da onları destekleme yönünde devlete bir yükümlülük getirmediğini ifade etmiştir[2].
Eğitim hakkı kapsamında Anayasamızın 42. maddesinde ilköğretim düzenlenmiş olmasına karşın yüksek öğretime yer verilmemiştir. İlköğretimin devlet okullarında zorunlu ve parasız sağlanması devlet bakımından bir yükümlülük olarak düzenlenmişken, yüksek öğretim konusunda böyle bir zorunluluk getirilmemiştir. Aynı şekilde Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi’nde de yüksek öğretim görebilme hakkı Ek 1. Protokol 2. maddedeki eğitim hakkı içinde kabul edilmemektedir. Nitekim “Yüksek Öğretim Kurumları” Anayasamızın “Yürütme” bölümünde madde 130’da düzenlenmiştir. Bu maddeye göre, “Çağdaş eğitim-öğretim esaslarına dayanan bir düzen içinde milletin ve ülkenin ihtiyaçlarına uygun insan gücü yetiştirmek amacı ile ortaöğretime dayalı çeşitli düzeylerde eğitim-öğretim, bilimsel araştırma, yayın ve danışmanlık yapmak, ülkeye ve insanlığa hizmet etmek üzere çeşitli birimlerden oluşan kamu tüzelkişiliğine ve bilimsel özerkliğe sahip üniversiteler Devlet tarafından kanunla kurulur”. Dolayısıyla Anayasamızda yüksek öğrenim, eğitim hakkı içinde düzenlenmemiş ve devlete yüksek öğrenimin sağlanması konusunda bir yükümlülük getirilmemiştir. Devlete 130. maddede getirilen yükümlülük, kamu tüzel kişiliğine ve bilimsel özerkliğe sahip yüksek öğretim kurumlarını kanunla kurmaktır. Aynı maddeye göre “Kanun, üniversitelerin ülke sathına dengeli bir biçimde yayılmasını gözetir”. Maddede bilimsel özerkliğe ilişkin olarak, “Üniversiteler ile öğretim üyeleri ve yardımcıları serbestçe her türlü bilimsel araştırma ve yayında bulunabilirler” dedikten sonra tanınan bu yetkinin sınırları gösterilmiştir. Maddeye göre, “ Bu yetki, Devletin varlığı ve bağımsızlığı ve milletin ve ülkenin bütünlüğü ve bölünmezliği aleyhinde bulunma serbestliği vermez”.
Eğitim hakkı konusunda önemli bir sorun da “eğitimde ayrımcılık”tır. Eğitim konusunda ayrımcılığı başlı başına düzenleyen “Eğitimde Ayrımcılığa Karşı Sözleşme” UNESCO tarafından 1960 tarihinde kabul edilmiş, sözleşme 22.05.1962 tarihinde yürürlüğe girmiştir. Ancak Türkiye bu sözleşmeye bu güne kadar taraf olmamıştır. Bu Sözleşmede, “herhangi bir kişiyi ya da kişiler grubunu, herhangi bir türde yahut herhangi bir düzeyde eğitim görmekten yoksun bırakmak; düşük standartlı eğitimle sınırlamak; kişiler ya da kişi grupları için ayrı eğitim sistemlerini ya da kurumlarını tesis yahut muhafaza etmek; herhangi bir kişiye ya da kişiler grubuna, insan onuru ile bağdaşmayan koşullar uygulamak, amacını taşıyan yahut sonucunu doğuran, herhangi bir farklılık gözetme, dışlama, kısıtlama ya da öncelik tanıma halleri” eğitimde ayrımcılık olarak kabul edilmiştir. Sözleşmenin 2. maddesinde ise, “bütünüyle eş değerde olmak koşuluyla kız ve erkek öğrenciler için ayrı eğitim kurumlarının; ebeveynlerin yahut vasilerin isteklerine uygun olmak kaydıyla, dinsel ya da dilsel amaçlarla ayrı eğitim kurumlarının; herhangi bir ayrımcılık motifi olmaksızın ve bir ek eğitim olanağı olarak özel eğitim kurumlarının tesisi yahut sürdürülmesi” ayrımcılık kabul edilmemiştir. Sözleşmenin 4. maddesinde devlete, “eğitimde fırsat ve muamele eşitliğini sağlama; ilköğretimi ücretsiz ve zorunlu kılma, orta ve yüksek öğretimi herkese açık olmasını temin etme; kamu eğitim kurumlarında eğitim standartlarının aynı olmasını sağlamayı hedefleyen politikalar saptama ve uygulama yükümlülüğü” getirilmiştir. Sözleşme’nin 5/1/c maddesinde ise, “ulusal azınlıklar mensuplarının, okulların yönetimi dahil, kendi eğitim faaliyetlerini yürütme ve her Devletin eğitim politikasına tabi olarak, kendi dillerini kullanma ve öğrenme hakkının esas olduğu” düzenlenmiştir[3]. Bu hüküm Türkiye’nin Lozan Andlaşması ile belirlenen azınlık politikasına ters düştüğünden Türkiye, benzer diğer sözleşmelerde olduğu gibi bu Sözleşme’ye de taraf olmamıştır.
Görüldüğü gibi eğitim hakkı, eğitim dili, azınlık dilleri, ana babanın dini inançları gibi birçok farklı konuyu içinde barındırmaktadır. Her devlet başta Anayasası olmak üzere taraf olduğu insan hakları sözleşmeleri çerçevesinde bu hakkın kapsamını kendi belirlemektedir. Eğitim hakkının kapsamı konusunda her ülkenin kendi gerçekleri doğrultusunda devletlere geniş bir takdir alanı bırakılmış olsa da, günümüz demokratik toplum anlayışına uygun olarak, insan hakları sözleşmeleri ile eğitim hakkının kapsamı bir takım uluslararası standartlara bağlanmaya çalışılmaktadır. Bu standartlara uymak “çağdaş demokratik devlet” olmanın koşulu kabul edilmekte ve demokratik devletlerin yer aldığı uluslar arası örgütlere girmenin koşulu haline gelmektedir.



Hiç yorum yok: