Google
 

9 Ekim 2007 Salı

SANATI INCELEYEN BILIM DALLARI

SANATI INCELEYEN BILIM DALLARI


Enver YOLCU Insanlar çok eski zamanlardan beri sanati anlamaya çalismislardir. Bazen romantik ve çocuksu gözle, bazen de ciddi ve matematiksel yöntemlerle bu alana yaklasmislardir. Günümüze dogru yaklastikça, sanata duyulan ilgi daha bilimsel ölçülere kavusmus; bir sanat eserinin incelenmesinde saglam ve saglikli esaslar ortaya koymuslardir. Sanati konu alan bilimlerin sayica çok olmasi, sanat olayinin, içinde barindirdigi sayisiz kavram ve inceliklerin zenginligine baglanabilir. Her bir alan, bunlardan bir veya birkaçini esas alarak çalismalarini sürdürür. Bu alanlar arasinda ilk akla geleni, sanat felsefesi veya estetik olarak bilinenidir. Sanat tarihi ve arkeoloji, sanati tarihsel boyutta incelerler. Sanat psikolojisi; izleyici veya sanatçi olarak bireyi, sanat sosyolojisi ise; toplumsal yapi ile sanat arasindaki iliskileri arastirir. A. Sanat Felsefesi / Estetik <../../_vti_bin/shtml.exe/Yeni/sanat/dal.html/map> <../../_vti_bin/shtml.exe/Yeni/sanat/dal.html/map> <../../_vti_bin/shtml.exe/Yeni/sanat/dal.html/map1> <../../_vti_bin/shtml.exe/Yeni/sanat/dal.html/map1> Estetik adini verdigimiz dal; sanat uygulamalari, denemeleri ve arastirmalarinin berisinde yatan, belki de bütün bunlarin üstünde yer alan düsünce ve duygu plânini teorik olarak inceler. Insan psikolojisinin bir begenme veya begenmeme, yani "seçme" egilimi vardir. Bu begenide akil, bazen rol oynar bazen oynamaz. Güzel'in konusunu estetik alaninda inceleyebilmemiz için, bu tür güzelligin sadece sanat eserlerine has oldugunu da önemle belirtmemiz gerekir. Estetik sözü, konunun karmasik ve zengin olmasindan ötürü, akla pek çok seyi getiriyor. Bu kelime köken olarak eski Yunana kadar iner. "Aisthetices" ; duyum, duyulan, algi, duyu ile algilamak gibi anlamlari vermekteydi. Estetik, bu anlamda duyulur alginin, duyusalligin sagladigi bilgi ile ilgili bir bilim olarak düsünülüyor. Estetik kelimesi ilk kez belirli bir bilim dalini adlandirmak üzere Alman felsefecisi A.G. Baumgarten (1714-1762) tarafindan kullanilmistir. Baumgarten, 1750-1758 yillari arasinda yayinladigi “Aesthetica” adli kitabiyla bu bilim dalini temellendirir, konularini ve sinirlarini belirtir. Böylece, felsefeden kesinlikle ayrilan yeni bir disiplin dogmustur. Bu sebeple, estetigin bir adi da sanat felsefesidir. Estetigi, yalniz güzelligi inceleyen bir bilim, bir güzellik felsefesi olarak degerlendirmek, daha en basta bu alani çok sinirlamak olur. Çünkü, estetik, dar anlamda yalniz bir deger bilimi olarak anlasilsa bile, güzellik degerlerinden baska degerler de girer. Sözgelimi, yüce, trajik, komik, ilginç ve hatta çirkin bunlardan birkaçidir. Bu degerler, en az güzellik kadar estetik ile ilgisi oldugu gibi, birer estetik anlamlari da vardir. Günümüz düsünüsünde de estetik, salt bir güzellik bilimi olarak temellendirilemez. Ancak, güzellik ile insan arasinda belli bir ilgi vardir. Insan güzelden hoslanir, ondan haz duyar. Güzelligin amaci insana haz vermektir. Buna göre, arastirilacak sey, güzellik olmayip, haz fenomenidir. Olaya böyle psikolojist bir açidan bakan Fechner (1801-1887), hazdan aciya kadar olan duygu ilgilerini incelemesi gereken böyle bir bilime hedonik (Grekçe’de ‘haz’ demektir) adini vermistir. Fakat bütün bu yeni öneriler, belirli bir begeni ve kabul görmemisler, bunlarin hiçbiri benimsenmemis ve özellikle de Kant’in ve Schiller’in estetik sözcügüne agirliklarini koymalariyla estetik adi, bugün estetik dedigimiz bilimin adi olarak yerlesmis ve artik bu konudaki tartismalar da sona ermistir. Estetik: “sanatin dogasi, amaci, sanatçinin kim oldugu, yaratici süreç ve sanatin degerine yönelik arastirmalari kapsayan bir bilim dali"dir. Bütün bu görüs ve düsünce tarzlarinin öncesinde, ilk defa "güzel nedir?" sorusunu Eflâtun (427-348) sorar. Eflâtun'un, çevresindeki sanat eserlerine karsi kayitsiz kalmasi beklenemezdi. Çünkü onun yasadigi yillarda, baslica Yunan tapinaklari ayaktaydi, ünlü heykeltiraslarin eserleri sehirleri süslüyordu. Ünlü tragedyalar ise sürekli olarak anfitiyatrolarda oynaniyordu. Eflâtun, degisik eserlerinde güzelligin, iyilik, fayda ve uyum gibi kavramlarla olan iliskisini tartismistir. Onun ögrencisi olan Aristo (384-322), güzelligin kurallarini maddî yapida, yani bu dünyada arar. Bu düsünüre göre, güzellik, sanat nesnesi üzerinde incelenirse bazi belirtilere sahip oldugu görülür. Bunlar; güzel, simetri ve sinirliliktir. Bu yaklasim, oldukça matematikseldir. Güzel olan sey, parça ve bütün iliskilerinin özelligine bagli olarak güzeldir. Platinos (205-270) adli bir Romali felsefeci, güzelligi psikolojik ve metafizik yönleriyle ele alir. Her varlik, bir madde ve biçimden olusur. O, "esyayi güzellestiren sey nedir?" sorusunu baska sekilde cevaplar; "uyum ayni kaldigi halde, ayni yüzün kimi zaman güzel, kimi zaman pek güzel görünmeyisi, güzel'in uyum'dan farkli bir sey oldugunu gösterir." Ona göre "güzel", uyum degil; fakat uyumda parildayan seydir. Madde ruhun suretidir, biçimidir. Ortaçag Avrupa'sinda sanat üzerine düsünme isi pek önemsenmez; asil anlatilan sey sanatin ele aldigi konudur. Sonradan Hiristiyanligi kabul etmis olan Aurelius Augustinus (354-430) adli düsünür, yer yer antik felsefenin izlerini tasirken, bir Hiristiyan estetiginin havasini da tasir. Augustinus'a göre eksiksiz uyum; birliktir. Bütün sanatlarda hosa giden sey, orantidir. Oranti ve uyum ise birligi arar. Görülen seyler, birlige yöneldikleri için güzeldirler ve güzelligin ölçüsü de bu birligin ne derece gerçeklestirildigine baglidir. Skolastik felsefenin ünlü temsilcisi Thomaso (1224-1274), bir eserinde Yunan estetiginin kuramsal sonuçlarini toplar; biçim, görüntü v.b. kavramlari tartisir. Estetik olayina yaklasimi "ilahî ilham"in mistik etkisi altindadir. Ona göre, tabiatta ve sanatta birlik isildamazsa, eger kisimlar organik olarak birbirine bagli ve uygun degilse, güzellik yoktur. Güzelligi meydana getiren düzendir. Uzun düsünce ve felsefe tarihi içinde estetige deginen daha pek çok düsünür vardir(Eflatun,427-348; Aristo, 384-322; Augutinos, 354-430 vd.). Bunlardan biri Friedrich Hegel (1770-1831) fazlasiyla dikkat çekicidir. Ona göre sanat, tabiatin taklidi degil, fakat bir idealdir. Bir ruh tarihinin sanata dönüstügünü kabul eden düsünür, yalniz güzellik felsefesi kurmakla kalmamis, güzellik idealini tarihsel gelisimi içinde gözden geçirmistir. Buraya kadar sayilan isimlerin disinda, T. Lipps, N. Hartmann, B. Croce, G. Lucas, Çernisevski ve Plehanov gibi düsünürler, estetik bilimine katkida bulunan önemli kisiler olmustur. Bunlardan Lipps, psikolojik estetigin kurucusudur. Lipps, estetigi su sekilde temellendirmektedir: “Estetik güzelligin bilimidir; bu, çirkinin bilimini de kapsar. Bir obje, bende özel bir duygu, güzellik duygusu diyebilecegimiz bir duygu uyandirdigi ya da uyandirmaya etkili oldugu için ‘güzel’dir. Estetik, bu etkinin özünü tesbit etmek, çözümlemek, nitelendirmek ve sinirlamak ister. Bu görev bir psikolojik ödevidir. Buna göre, estetik de bir psikoloji disiplinidir”. 1. Sanatçi Kimdir? <../../_vti_bin/shtml.exe/Yeni/sanat/dal.html/map2> <../../_vti_bin/shtml.exe/Yeni/sanat/dal.html/map2> <../../_vti_bin/shtml.exe/Yeni/sanat/dal.html/map3> <../../_vti_bin/shtml.exe/Yeni/sanat/dal.html/map3> Estetigin ele aldigi sorunlarin en basinda herhalde sanatçi vardir. Çünkü, insan olan sanatçi olmasaydi, sanat dogmazdi. Sanatçida, diger insanlarda görülmeyen kurma gücü, duyarlik ve duygu üstünlügü, çagrisim zenginligi gibi özelliklerin bulundugundan bahsedile gelinir. Fakat bunlardan daha ayirici özellik, sanatçinin algisindadir. Elbette gerçek sanatçi, sözde sanatçilara benzemez. Onun birtakim özellikleri olmasi dogaldir. Fakat, ne zekâsinin üstünlügü, ne duygularinin yogunlugu, ne düs kurma üstünlügü, onu diger insanlardan ayirt etmemize yeter. Çünkü onlarin da bu nitelikte olanlari vardir; ama sanatçi degildirler. Sanatçida, diger insanlarda görülmeyen kurma gücü, duyarlik ve duygu üstünlügü, çagrisim zenginligi v.b. gibi özelliklerin bulundugu söylenmektedir. Fakat, asil ayirici özellik, sanatçinin algisindadir. Sanat, gerçekligin taklidine o kadar karsidir ki, modern estetik, temel ilkelerinden birini, sanat eserini gerçeklikten soyutlamada buluyor. Iste bu baskaliklar, sanatçinin yaratici kisiliginden gelmektedir. 2. Sanat Eseri Nedir? <../../_vti_bin/shtml.exe/Yeni/sanat/dal.html/map4> <../../_vti_bin/shtml.exe/Yeni/sanat/dal.html/map4> <../../_vti_bin/shtml.exe/Yeni/sanat/dal.html/map5> <../../_vti_bin/shtml.exe/Yeni/sanat/dal.html/map5> Bir sanat eserinde ne var ki, bizi böylesine etkiliyor, bizi bizden alip götürüyor? Bir tabloya, bir heykele, bir romana, bir siire sanat niteligini kazandiran sey nedir? Insan kendisini bir sanat eseri, sözgelimi bir tablo karsisinda bulunca, Delacroix’nin dedigi gibi; “renklerin, isiklarin, gölgelerin bir düzene girmesinden dogan ve tablonun musikisi denen bir izlenim” alir. Tablonun daha ne dedigini anlamadan, bu sihirli uyum insani kavrar. Sanat eserini, çesitli ögelerin kaynasmasiyla biçimlenen, içi ile disi bir olan, duygu+düsünce+renk+çizgi ve ses bilesimi olarak görmek, yanlis olmaz. Sanat eserinde degisen sey, içerik degil biçim ya da biçimsel bakistir. 3. Estetik Heyecan <../../_vti_bin/shtml.exe/Yeni/sanat/dal.html/map6> <../../_vti_bin/shtml.exe/Yeni/sanat/dal.html/map6> <../../_vti_bin/shtml.exe/Yeni/sanat/dal.html/map7> <../../_vti_bin/shtml.exe/Yeni/sanat/dal.html/map7> Sanatçidan kopan ve topluma karisan sanat eseri; yani siir, roman, tiyatro, heykel, resim, kendisini okuyani, dinleyeni ya da seyredeni bekler. Sanat eserinin bunlardan biri ile karsilasmasi, estetik durumu meydana getirir. Bir sanat eserini ya da bir günbatimini seyre dalan kisi, gerçekligin zorunluluklarindan kurtulmustur. Seyre dalisin konusu disinda bütün seyler kaybolup gitmis, bir tarafa birakilmistir. Günlük yasantinin çesitlilikleri içinde farkli durumlarla karsilasan insanlarin pek azinda rastlanilan bu duruma, sanatçida ve sanatseverde daha çok rastlanir. Görülüyor ki, estetik heyecan, seyrine dalinan seyin çikarsiz algisindan gelmektedir. Estetik heyecani en yogun hissettiren etken ise süphesiz sanat eseridir. Doga ise bunun baska; güzel ve çirkin degerlendirmelerinin disindadir. Doga parçasini seyre daldigimizda, onu bir sanat eseri arasindan görürcesine algilarsak estetik heyecan duyariz. Estetik heyecanin ilk sarti, süphesiz duyumdur. Fakat, bu duyum imgeleri uyandirmazsa, onlari duygulandirmazsa, estetik heyecan bir anlik ve geçici kalir. Bir tablodan, bir siirden, bir senfoniden bekledigimiz sey, yalnizca çizgilerin, renklerin, sözcüklerin ya da seslerin soyut düzenlemesi degil, bu düzenle sanatçinin bir ruh anini sonsuzlastirmasidir. Bu bakimdan, eksiksiz estetik heyecan, duyusal hazzin, biçimsel ve duygusal hazlarla birlesimidir. Duyum, sanatin baslangiç noktasidir. Fakat, duyularin ham maddeleri olan duyumlar, imgeleri uyarmadikça, aklin degerlendirmesinden geçirmedikçe, tam estetik heyecan uyanmaz. 4. Estetik Kuramlar <../../_vti_bin/shtml.exe/Yeni/sanat/dal.html/map8> <../../_vti_bin/shtml.exe/Yeni/sanat/dal.html/map8> <../../_vti_bin/shtml.exe/Yeni/sanat/dal.html/map9> <../../_vti_bin/shtml.exe/Yeni/sanat/dal.html/map9> Bir sanat kurami, nesnelerin ya da olaylarin neden sanat olarak düsünüldügünü açiklama gayretleri ve çabalarindan dogar. Sanat kuramlari, sadece sanat eserlerince paylasilan özellikleri ortaya koyan önerilerden olusur. Pek çok sanat kurami ve akimi olmakla birlikte, burada daha çok, yaygin olarak bilinen kuramlara yer verilmistir. a) Yansitmaci Kuram (Mimesis) Görülen seylerin taklidi anlamina gelen bir terim olan mimesis, Türkçe’de “yansitma” ya da “öykünme” terimleriyle ifade edilmektedir. Hareket noktasini ve adini “Eflatun/Platon”un, “Cumhuriyet adindaki eserinin onuncu kitabinda ele aldigi, “Aristo”nun da “Poetika” ve “Retorika”da tekrarladigi, yüzyillardan günümüze kadar gelen bir felsefi yaklasimdir. Yansitmaci kurama göre “sanatçi”, gerçekligi taklit eden kimsedir. Bu taklit ne kadar basariliysa, sanat eseri de o kadar degerli olacaktir. Yansitmaci kuram dogalci bir sanat anlayisina dayanmaktadir. Içinde bulundugumuz dünyayi oldugu gibi yansitmaya çalisir. Sanatçilar, özü veya ideali degil, görünüsler ya da duyular dünyasini oldugu gibi yansitmaya çalisir. b) Biçimci Kuram Bu kuram, her ne kadar biçimsellige öncelik veren rönesansa kadar götürülebilirse de, esas olarak, bu kuramin derinlestirilmesine 20. yy.da özellikle soyut sanat hareketi yol açti. Modern sanat, “gerçek biçim” ya da “nesne biçim”i “imge biçim”den ayirmayi sagladi. Kübizm ya da gerçeküstücülügün, nesnelerin biçimlerini bozmalari, biçimin daha kesin ve daha nesnel olarak ortaya çikmasina yol açti. Bu kuram, sanat eserinde içerikten çok biçime ve biçimsellige agirlik verir. Sanatta önemli olanin, sanat elemanlarinin ve bu elemanlarinin olusturdugu düzenin oldugunu savunurlar. Seyredenler, bu düzenlemeyi konu ya da temadan daha çok önemserler. Bu kurama göre sanat, degeri kendinde var olan, pratik amaci olmayan, kendine yeterli bir nesnedir. Sanat eseri yalnizca bir begeni sorunu degil, ayni zamanda algilama ve görme sorunudur. Bu görüsten hareketle Fechner 19. yy.da bir estetik biçim “psikofizigi” gelistirmisti. 20. yy. basinda deneysel estetik, temelde basit orantilarin degerine ve optimal biçimsel dengelere yöneldi. 1920 yillarinda biçim (Gestalt) kuramcilari, algisal davranis yasalarini koydular. Bu yasalar, estetik biçimlerin yerlesmesi ve görsel düsünce üstüne yeni çalismalara kaynaklik etti. Kübizm, yapisalcilik (structualizm), çatkicilik (constructivism) gibi çagdas sanat akimlari, maddeden ve onun biçiminden ayrilmayan, soyut formlar ve niteliklerle ugrasan akimlardir. Bu sanat türlerinde, akil kadar sezgi de rol oynar. Biçimci anlatimda sanatçinin, sanatsal elemanlarla bir anlatima gitmesi disinda hiçbir dis amaca yönelmesi yoktur. Sanatçi, bir anlamda islevsel olmayan biçimlerle, formlarla ugrasir. Biçimci sanatçilarin çogu, ayni zamanda kuramsal olarak sanatsal görüs ve yaklasimlarini ortaya koymuslardir. Bir estetik kuram olarak biçimci kuramin önde gelen temsilcileri Clive Bell ve Roger Fry olmustur. Ileri sürdükleri görüslerine göre sanatin özü, kendisi disinda bir seyle iliskisinde degil, bizzat kendi elemanlari arasinda saglanan düzendedir. Çizgi, renk, deger ya da biçimler, birer nesne gibi bir görev üstlenerek mecazi bir ifadeye, kavramsal ve soyut sanata ulasirlar. c)Disavurumcu (Anlatimci) Kuram Mimesis (yansitmaci) kuram, sanatçinin kendi duygularini ve yasantilarini ihmal ediyordu. Özellikle Platon, yaratma sonucu meydana çikan eserde, artistik ve estetik ögeler üzerinde durmuyordu. Aslinda “yaratma” diye bir sey de yoktu. Eser, sadece dis dünyanin bir aynasiydi, yansimasiydi. 19. yy.da romantizm hareketleriyle sanatçi, bir estetik süje olarak agirlik kazandi. Sanatçi, duygularini dile getiren ya da disa vuran biriydi. Belki de “sanat, duygularin anlatimidir” yaklasimi, 19. yy. romantizm hareketiyle baslar. Sanatçinin yasamina ve yasantilarina yönelen bu anlayisa göre sanat eseri, bir “ayna” olmaktan çikip, sanatçinin iç dünyasina, ruhuna açilan bir “pencere” olmaktadir. Sanat eserinde doga, dis dünya , dis gerçeklik anlatilmis olsa bile, bu anlatimda sanatçinin duygulari ile degisime ugramis farkli bir dünya, farkli bir gerçeklik vardir. Önemli olan dis dünyanin ve gerçekliginin yansimasi degil, sanatçinin dis dünya karsisinda olusan duygularinin yansimasidir. Sanatçinin duygusal yasami ile dogrudan ilgili olan disavurumculuk, bir sanat eserinin duygusal ya da simgesel özelligine deger veren bir kuramdir. Sözgelimi, bir tabloyu seyredenler, gördükleri canli renklerden ya da çizgilerin kullanimindan etkilenirler ve bu duygularla esere yaklasirlar. Bu kurama iliskin üç degisik görüs vardir: Sanatçi, duygusal yogunlugunu eser araciligiyla seyirciye aktarir. Sanatçinin gizli duygulari, eser araciligiyla ortaya çikar. Içgörü sahibi seyirci duygularin disavurumunu sanatçi ile özdeslesim kurarak yasar. d) Islevsellik Sanati, seramik, kilim vb. gibi kullanislilik ya da faydaci yönüyle degerlendiren bir yaklasimdir. Bu görüs, bir sanat eserini egitici, dinsel, toplumsal ve politik bir görüs ya da mesaji aktarmada basarili olup olmamasina göre yargilar. B. Sanat Tarihi ve Arkeoloji <../../_vti_bin/shtml.exe/Yeni/sanat/dal.html/map10> <../../_vti_bin/shtml.exe/Yeni/sanat/dal.html/map10> <../../_vti_bin/shtml.exe/Yeni/sanat/dal.html/map11> <../../_vti_bin/shtml.exe/Yeni/sanat/dal.html/map11> Bu iki bilimin birbirleriyle olan iliskisi veya farkliliklari çogu defa yanlis anlamalara yol açabilecek sekilde karistirilmaktadir. Arkeoloji va sanat tarihinin ayri ayri bilim dallari oldugunu ileri sürenler bu ayriligi su noktalarda toplarlar: 1. Her iki bilim, sanatin farkli devrelerini inceler. Arkeoloji, öncelikle eski Yunan ve Roma sanatini ele alir. Yunan-öncesi, prohistorya adi verilen arkeolojinin özel bir alanina girerken, Roma devrinden sonraki sanatlar yani Bizans ve Islâm sanatlarini sanat tarihi inceler. 2. Arkeoloji, insan elinden çikan her türlü (estetik deger tasiyan veya tasimayan) malzemeyi inceler. Sanat tarihi ise bunlarin "güzel" olanlarini inceler. 3. Arkeoloji, kendi eserlerini bulmak için kaziya basvurur. Arkeolojik arastirmalarda kazi esastir veya önemli bir yer tutar. Görüldügü üzere, sanatin çesitli tarihî dönemleri için ayri ayri bilim dallari dogmus gibi bir durum söz konusudur. Yunan ve Roma uygarliklarinin maddî kalintilarini ortaya çikarip inceleyen arkeoloji, klâsik arkeoloji adiyla tanimlanmakta, klâsik arkeolojinin baslangici yazinin icadina kadar indirilmektedir. Gerçekte, "eskinin bilimi" (arhaios + logos) anlamina gelen arkeolojinin , ilgi alanina bir zaman siniri koymamasi gerekirdi. Öteden beri bilim dünyasinda, enstitü ve üniversitelerdeki kürsülerde yerlesmis olan bu yanlislik, arkeoloji biliminin kurulus yillarindaki arastirmalarin, özellikle Yunan-Roma eserlerine yönelik olmasindan kaynaklanmaktadir. Daha sonralari Güney Amerika'dan Asya'ya, Afrika'dan Anadolu'ya kadar yogun bir arkeolojik kazi faaliyetlerinin oldugunu görüyoruz. Bu kazilarda Ortaçag kentleri kazildigi gibi, tarih öncesi yerlesim merkezleri de kazilmistir. "Sanat tarihi nedir?" sorusunun en kestirme cevabi, "sanatin tarihidir" seklinde verilebilir. Ancak bu tanimlama çok kisa ve kapalidir. Bu bilim dalinin zenginligini ve çok boyutlu muhtevasini yansitabilmek üzere, su tarif yapilabilir: Sanat tarihi, tarih sartlarindan dogan maddî kültür esyasini inceleyen bir bilimdir. Bugün bagimsiz bir bilim dali olan sanat tarihi, yeryüzünün gelmis geçmis bütün sanatlarini kapsayan birçok konuyu ilgi alani içine alir. Dünyanin herhangi bir kösesinde ya da herhangi bir çagin belirli yillarindaki sanat hareketi, özetle insanin sanat deneyleri olarak yasadigi her sey, sanat tarihinin ilgi alanina girer. Bundan da anlasiliyor ki, genel bir sanat tarihi yaninda, yalnizca belirli bir sanata yönelik sorunlari konu edinen özel sanat tarihleri vardir: Çin sanati, Türk sanati, Misir sanati v.b. gibi. Belirli karakteristiklerle birbirinden ayrilan bu sanatlar arasindaki iliskiler kadar, ayni sanatin içinde yer alan üslûp ve ekollerin birbiriyle olan iliskileri de sanat tarihinin inceleme alanina girmektedir. C. Sanat Psikolojisi <../../_vti_bin/shtml.exe/Yeni/sanat/dal.html/map12> <../../_vti_bin/shtml.exe/Yeni/sanat/dal.html/map12> <../../_vti_bin/shtml.exe/Yeni/sanat/dal.html/map13> <../../_vti_bin/shtml.exe/Yeni/sanat/dal.html/map13> Sanatin tanimlarindan olarak; "insanin kendini anlatma yollarindan biri" seklinde bir tanim yapmak mümkündür. Ancak, bu tanimlama içinde yer alan "kendi" ne demektir. Bunu tam olarak açiklayamiyoruz. Yani, sanat eseri, insanin istekleri, hayalleri, duygularini mi dile getirir? Eger böyle ise, sanatin tarihsel gelisimi nasil açiklanabilir? Psikolojinin diliyle sorarsak, "insanin, sanat eseri yaratmasini yöneten sey nedir?" diye sorarak ise baslamamiz gerekir. Sanati psikolojik olarak ele almak eski bir egilimdir, fakat bu egilimi deneysel metotlara oturtan yaklasimlar son yillarda görülür. Ilk defa, sanat esyasinin biçimini ve özünü tartisan yazar T.Lipps (1851-1914)'dir. Kisa tarihi boyunca sanat psikolojisi, zamanla iki konu üzerinde yogunlasmistir: 1)Sanatçinin psikolojisi ve 2) Algilayanin psikolojisi. Psikoanalitik çalismalari baslatan S.Freud (1856-1939), ünlü sanatçilari, onlarin eserleri üzerinde tartismalar yaparak inceler. Psikoanalist görüs, izlenim, rüyalar, bilinç, fantazya, imajinasyon, dikkat problemleri üzerinde yogunlasir. Duygu ve düsünce, saplanti gibi sorunlarla birlikte sanata egilen bu akim, sanattaki üslûp sorunundan çok, bilinç altini açiklayan temalarla ilgilenir. Psikoanalist ekole göre, sanat eserinin; istekleri, hayalleri, bastirilmak istenen duygulari, bir baska plânda dile getirdigi düsünülmektedir. Psikolojik verilerin, sanatçi hakkinda bilgi verdikleri, sanat eserinin bildirisini açiklamaya yardim ettikleri bir gerçektir. Ancak, sanat eserinin degeri ve tarihselligi bu yoldan açiklanabilir mi? Bu sorun, tartismaya deger bir konu olarak görülmektedir. Psikolojik yaklasimin ikinci sorunu "algi" olayidir. Bu olayi basli basina ele alan psikoloji alani "Gestalt" okulu olarak bilinmektedir. Algilama islemi, çevredeki esya ve olaylarin bünyelesmis bütünler halinde kavranmasini saglayan psikolojik bir olgudur. Bununla, bir seyi, bir nesneyi (rengini, hacmini, boyutlarini) duymaktan dolayi zihnimizde bir iz meydana gelir. Sanatçinin tabiati anlamaktaki yetenegi, bilincindeki bazi tasarimlarin yerlesmesiyle gerçeklesir. Özellikle plâstik sanatlarda görme, gözle bir seylerin varligini duyma, isin en önemli yanidir. Insan, estetik faaliyeti gelistikçe esyalar, varliklar ve simgeler dünyasinda yasamaya baslar. Bes duyumdan biri olan gözün kapsadigi duyumlar aydinlik, karanlik, renkler, hacimler, biçimler, uzakliklar gibi en temel kavramlarini, zihnin estetik perspektifi içine alir. Bu kavramlardan olusan bir konuyu, sanatçi kafasinda olusturamamissa, yani sanatçi bir konuyu tam anlamiyla incelememisse, konuyu kâgit üzerine ne kadar güzel çizerse çizsin, çizim göze ne kadar hos görünürse görünsün, model saglam algilanmadigindan ortaya saglikli bir desen çikmaz. Yaraticilik, daha baslangiçta, sanat konusu olmazdan önce, insanoglunun psisik yapisiyla gerçeklesen bir islemdir. Yalniz figürlü sanat konulari degil, en soyut yaratmalar bile, daha önce görüntüsü ve biçimleri mevcut olan malzemeye dayanmaktadir. Seyircinin de algilama islemi, çevredeki esya ve olaylarin, bünyelesmis bütünler halinde kavranmasini saglayan psikolojik bir olaydir. Insan gözü çevresindeki olay ve esyalari algilarken, her zaman fotograf makinesi gibi çalismaz. Özellikle büyük sanat eserleri; yalin bir uyarici olmaktan çok, karmasik ve kavranmasi zor, degisik sembollerle zenginlestirilmis ürünlerdir. Eserde beliren kültür faktörünün agirligi, izleyici tarafindan çözümlenirken; tabiattaki modele nelerin eklendigi, nelerin abartildigi veya vurgulandigi dikkatle ele alinmalidir. Çünkü, eser, seyirci tarafindan biçimi araciligi ile algilanir. Bu durumda, sanatçiyla seyirci arasindaki titresimin açiklanabilmesi, bir bakima, algilanmakta olan konu ile ona katilan kültürel unsurlarin belirleyiciligi arasindaki salinimda ve iliskide dügümlenmektedir. Hangi çagda olursa olsun, sanatçi da, seyirci de bir görme ve idrak etme eylemine girer. Bu bakimdan algi kavrami ve ona eklenen unsurlar, sanat psikolojisinin önemli sorunlari arasindadir. D. Sanat Sosyolojisi <../../_vti_bin/shtml.exe/Yeni/sanat/dal.html/map14> <../../_vti_bin/shtml.exe/Yeni/sanat/dal.html/map14> <../../_vti_bin/shtml.exe/Yeni/sanat/dal.html/map15> <../../_vti_bin/shtml.exe/Yeni/sanat/dal.html/map15> Sanat sosyolojisi adi verilen dal, sanatçinin yasadigi toplumla sanat kurumu arasindaki baglantilari inceler. Çünkü, her insan gibi sanatçi da, diger insanlarla iliski halindedir, ortak bir yasanti içindedir. Onun içinden çiktigi toplum, onun hedef aldigi kitleler ve sanat eseri arasindaki sayisiz iliskileri, sosyolojinin bir dali olan sanat sosyolojisi inceler. Sanat ve yaratma olayini, birkaç faktörün etkisi ve sonucu olarak düsünebiliriz. Bunlardan birkaçi : sanatçi kisiligi, kullanilan malzeme, teknik ve sanatçinin içinde yasadigi toplumsal ortamdir. Insanin yarattiklari incelenirken, onun evrensel bir yaratik olmasi yaninda, millî ve toplumsal bir varlik oldugu da göz önüne alindigindan, bireyin anlasilabilmesi için, onun bagli oldugu toplumsal yapi'nin da anlasilmasi gerekmistir. Sanat, dogrudan dogruya insanlara seslendigine göre, sorunun çözümünü bir bakima insan toplumunda aramak gerçekten yerinde olur. En basit tanimlamaya göre ; sosyoloji, toplumlari ve toplum içindeki olaylari inceler. Sanat ise, bütün toplumlarda yaygin bir olgudur. Sosyoloji, toplumlarda böylesine yaygin bir olaya ilgisiz kalamazdi. Iste bu düsünceler isiginda, sanatin insan toplumuyla olan ilgisini yorumlayabilme kaygisi, bazi sosyologlari ve sanat tarihçilerini yeni bir bilim kurmaya yöneltmis, böylece sanat sosyolojisi dogmustur. Halkin, ya da toplumun büyük çogunlugunun, sanati belirlemede payi oldugu düsüncesi, geç devirlerde kabul edilmistir. Antik çagda, halki, sanattaki degisme ve gelismelerin temel etkeni olarak kabul etme egilimi görülmez. Sanat sosyolojisi, yüzyilimizin basinda sanat tarihinin bir bransi olarak degil; sosyolojinin bir bransi olarak ortaya çikar. C.Lalo'nun "sosyolojik estetik" dedigi sey, sosyal siniflarin sanata olan ilgisini kritik eden bir görüstür. Yazar, kendinden önce benzer düsünceleri ortaya atan Guyau'nun izleyicisi gibidir. Sanat faaliyeti, kalici ve evrensel degerleri bile amaçlasa, her zaman belirli bir topluma sunulur, arz edilir. Bir artistik faaliyete toplumun verdigi deger; eserin kabulü, onun anlasilmasi, korunmasi ve elden ele geçisi bir toplum içinde olmaktadir. Ancak, bütün bunlarin disinda sanatçinin özel bir islevi de vardir. Iste bu noktadan sonra sosyoloji, teorilerini sanata açiklamakta yetersiz kaldigini görüyoruz. Çünkü, sanatla toplum yapisindan baska baglantilar da vardir.
KAYNAKLAR EDMAN, Irwin, Sanat ve Insan, Estetige Giris, 2. Baski, Çev: Turhan Oguzkan, Inkilâp ve Aka Kitabevi, Istanbul, 1977. ERINÇ, M. Sitki, Sanatin Boyutlari, I. Basim, Çinar Yayinlari, Istanbul, 1998. GEIGER, Moritz, Estetik Anlayis, Çev: Tomris Mengüsoglu, Remzi Kitabevi, Istanbul, 1985. MÜLAYIM, Selçuk, Sanat Tarihi Metodu, Anadolu Sanat Yayinlari, No:1, Istanbul, 1983. MÜLAYIM, Selçuk, Sanata Giris, 2. Baski, Bilim ve Teknik Yayinevi, Istanbul, 1994. TUNALI, Ismail, Estetik, 3. Basim, Remzi Kitabevi, Istanbul, 1989. TURGUT, Ihsan, Sanat Felsefesi, Akademi Kitabevi, Izmir, 1993. YETKIN, Suut Kemal, Estetik ve Ana Sorunlari, Inkilâp ve Aka Kitabevi, Istanbul, 1979.

Hiç yorum yok: