Google
 

9 Ekim 2007 Salı

ÖĞRENMENİN TARİHSEL GELİŞİMİ

ÖĞRENMENİN TARİHSEL GELİŞİMİ
Öğrenmenin tarihsel gelişimini incelemek bağlamında temel eğitim akımlarının ve her eğitim akımının dayandığı felsefeler ile bunların temsilcilerinin görüşlerinin irdelenmesi gereklidir.
1. EĞİTİM AKIMLARI
1.1 DAİMİCİLİK (Perennialism)
Bu akımın savunucuları R. Maynard Hutching, Mortimer J. Adler'dir. Temele, Klasik Realizmi ve İdealizmi alırlar. İdealistlerden Eflatun, Descartes, Spinoza, Leibniz, Berkeley, Kant ve Hegel ile Realistlerden Aristo, St. Thomas Aquinas, John Amos Comenius, Locke ve Johan Frederich Herbart'ın görüşleri, bu akımın temel sayıltılarını oluşturur. Genellikle Daimicilik, Eflatun, Aristo ve St. Thomas Aquines'in ontoloji, epistemoloji, aksiyoloji ve mantıkla ilgili örtermeleri üzerine temellendirilir. Ayrıca, Orta Çağda egemen olan anlayışın, eğitime yeniden sokulmasını savunur. Bu bağlamda, önce Daimiciliğin dayandığı felsefelerin ve filozofların, daha sonra da Orta Çağdaki eğitim anlayışının ele alınıp incelenmesi gerekir.
1.1.1 İDEALİZM VE EĞİTİM
İdealistlerden Eflatun (İ.Ö. 427-347), "Arkhe nedir?" sorusunu, bilgi sorunu içinde ele alır. O'na göre iki tür bilgi vardır: l.Episteme, 2.Sanı (Doksa). Episteme, akılla kavranan (noeta-idea) dünyayla ilgilidir. Bu da ikiye ayrılır: Bağıntılarla ilgili olanlar (matematika) bilimsel bilgi (dionoia); idea ile ilgili olanlar ise, arı us (akıl) (noesis) tur. Episteme; kesin, değişmez, mutlak doğrudur; çünkü idea (noeta) bir, bölünmez, değişmez, öncesiz ve sonrasız, parçalanmaz ve ölümsüzdür. Sanı (doksa) ise, duyu organlarıyla anlaşılan dünya (doksasta) ile ilgilidir. O da ikiye ayrılır: İmgeler (eikones) ile ilgili olanlar tahmin (eikasia); hayvanlar, bitkiler, varlıklar (zoa, vb.) la ilgili olanlar ise, inanç (pistis) tır. Sanı (doksa) eğreti bilgidir; çünkü duyularla algılanan dünya (doksasta) bölünen, parçalan; değişen, ölümlü, önceli ve sonludur.
Tüm yurttaşlar (insanlar) aynı topraktan doğdukları için kardeştirler; fakat bunları yaratan Tanrı, hepsini bir tutmamış, her birinin mayasına üç ayrı cevherden birini katmıştır. Bu nedendendolayı, doğalarındaki cevherin belirlediği işleri yapan, üç ayrı sınıf oluşmuştur.
1. Altın cevherliler: Toplum önderleri; yöneticiler.
2. Gümüş cevherliler: Yardımcılar, koruyucular.
3. Demir ve Tunç cevherliler: Çiftçiler, işçiler, üreticiler.
Aynı cevhere sahip insanlardan genellikle aynı cevhere sahip insanlar doğar. İdealar alemine ulaşmak ancak ve yalnızca akılla olur. Akıl; sezgi, diyalektik ve tümdengelimle idealar alemi ulaşabilir. Ahlâklı bir insan ise, en iyi idealine (summun bonum) sahip olandır. En iyi ideali ise, bilgeliğe, sürekliliğe, dayanıklığa, oranlı ölçülülüğe, hak severliğe, mevsimindeliğe, doğru bilgiye ve akla, acının olmadığı hazza ve sevgiye dayalıdır. Güzel ise, iyidir ve sanat öykünmedir.
Eflatun'un eğitim anlayışını, Devlet, Nomoi ve 7. Mektup adlı yapıtında bulabiliriz. Kaba ve kalın çizgileriyle sunul Eflatun'un felsefesine göre eğitim, ruhu iyiye (Tanrı, Demiurge, İdea) çevirme ve bunun için en kolay, doğru ve şaşmaz ye bulma sanatıdır. O'na göre hiç kimse, isteyerek kötü değildir. Kötü bir insan, yanlış bedensel alışkanlık ve aptalca bir yetiştir­me yoluyla kötü olur . İnsanlar kardeş oldukları hal­de, eşit değillerdir. Beden ve ruhtan oluşmaktadırlar. Beden ölümlü, ruh ise ölümsüzdür ve idealar alemine aittir. Ruh, üç parçadan oluşmaktadır: Akılsal parça (to logistikon), yürekli ya da canlı parça (to tumoeides) ve iştahsal parça (to epitumetikov). Her insanda bu üç parça vardır; fakat aynı oran­da değildir. Altın cevherlilerde akılsal parça, gümüş cevherliler­de yürekli parça, demir ve tunç cevherlilerde ise iştahsal parça baskındır. Eflatun'a göre, her insan değil; ancak ve yalnız akılsal parçasıyla, yürekli parçası fazla olanlar eğitilmelidir. Bu sınıflara giren herkes, kadın erkek eğitim sürecine alınmalıdır. Akılsal parçası fazla olanlar devleti yönetecek, yürekli parçası fazla olanlar ise, onu koruyacaklardır. Eğitim bu iki sınıf içindir. Demir ve tunç cevherliler yani iştahsal parçası fazla olanlar için eğitim gerekmez. İşte devlet, insanların bu yanlarını temele alıp, herke­se yaratısına uygun görev ve sorumluluk verirse, doğru devlet olur. Aklı fazla olanlar, devleti yönetmelidirler; çünkü bu tür insanlar, ancak ve yalnız ideaya (gerçek aleme) ve doğru bilgiye ulaşabilir. Bunlar ise, filozoflardır. Görüşünü böyle temellendiren Eflatuna göre "Ya filozoflar kral, ya da krallar filozof olmalıdır.".
Olgun döneminde Aristokrat Komünizmi, yaşlılık döneminde monarşik bir devleti savunan Eflatun'a göre, devleti yönetenler­le koruyanları eğitmek için şu ilkelere uyulmalıdır:
1. Yöneticiler ve koruyucular için mal, mülk, para, eş ve çocuk­lar ortaktır. Bu nedenden dolayı, bu iki sınıfa mensup kadınlar 20-40; erkekler ise 25-55 yaşları arasında çocuk sahibi olmalıdır. Bunlardan en sıhhatli olanlar, birbirleriyle ilişki kurmalı ve çocuk sahibi olmalıdır. Bu ilişkiden doğan sağlıklı çocuklar, ya­bancı annelere verilmeli, onlar tarafından emzirilip büyütülmelidir. Aynı yılda doğan kız ve erkekler kardeş sayılmalı, bunla­rın birbirleriyle cinsel ilişki kurmaları yasaklanmalıdır.
2. Bu iki sınıfa mensup sağlıklı çocuklar, 3 yaşına dek yabancı annelerce beslenip vücut bakımları yapıldıktan sonra; 7 yaşı­na kadar temel ve vatandaşlık eğitimi, onlara oyun ve masal­larla verilmelidir. 7- 10 yaşları arasında beden eğitimi temele alınmalı, çocuğa sıçrama, koşma, güreşme, disk fırlatma, ok atma, yüzme, ata binme vb. öğretilmelidir. Bu dönemde müzik eğitimi de işe koşulmalıdır.
3. 11-18 yaşları arasında okuma- yazma, hesaplama ile müzik eğitimin temeli olmalıdır. 8- 20 yaşları arasında hem vücutça, hem de ruhça en iyiler seçilmeli, bunların eğitiminde zihinsel etkinliklere ağırlık verilmelidir. 20 yaşın başında askerler ve koruyucular seçilmeli,bunlar zihinsel ve ruhsal eğitimden geçi­rilmelidir. 30 yaşında ikinci bir seçme daha yapılmalı, seçilenler 5 yıl boyunca sıkı bir diyalektik ve felsefe eğitimine tabi tutul­malıdırlar. 35 yaşında son bir seçim daha yapılmalı, kazananlar devlet yönetimine katılmalıdır. Bunlar ikinci derecede görevler­de çalıştırılmalı, uygulamalı bir eğitimden geçirilmelidir. 50 yaşına kadar bu kademelerden geçen başarılı kişiler, artık filozofturlar ve devleti bunlar yönetmelidir.
Eflatun'a göre insan, hem ruhen, hem de bedenen güzel yetişti­rilmek isteniyor (Kalokagathie). Bunun için iki sınıfa mensup insanlar, doğdukları andan itibaren, kız erkek ayrımı yapılma­dan karakter, beden, estetik, meslekî ve felsefî eğitimden geçi­rilmelidirler.
1.1.2 İDEALİST YETİŞEK (PROGRAM)
İdealizme göre gerçek; bir, bölünmez, öncesiz, sonrasız, hep kendi kendine aynı kalan, değişmez, ölümsüz ve soyuttur, İnsan, ideaya (Tanrı, monat, geist) bilinçlice ulaşınca kendini gerçekleştirebilir. Bunun için aklını kullanmalıdır; çünkü insan akıllı bir varlıktır. Bir eğitim programı da Tanrı ve kozmosla, insan arasındaki kesin ve mutlak ilişkileri ele almalı ve açıkla­malıdır. Böyle bir yetişekte felsefe, matematik ve teoloji temele alınmalıdır; çünkü bu alanlar çok genel ve soyuttur. Felsefe, matematik ve teolojiyle ilgili ilkeler de geneldir ve tüm özel durumları kapsar; yani bu ilkeler her durumunda ve zamanda kullanılacak niteliktedirler. Buna matematiğin ve mantığın ku­ralları örnek olarak verilebilir. Matematikteki aksiyom ve postu­latlar, mantıkta aklın kuralları, teolojide Tanrının buyrukları her zaman ve durumda geçerlidir; üstelik soyutturlar. Her dersin konuları aşamalı olarak sıralanmalıdır. Derslerdeki içerik, genel ve özel ilkeleri desteklemelidir. Felsefenin ilkeleri teolojiyi, teolojinin ilkeleri felsefeyi, matematiğin ilkeleri felsefe ve teolojiyi, edebiyat ve tarihin ilkeleri felsefe ve teolojiyi desteklemelidir. Temelde felsefe, teoloji ve matematik olduğundan, diğer dersler tarih, edebiyat, otobiyografi, estetik, artistik eleştiri vb. hem birbirlerine, hem de felsefe, teoloji ve matematiğe ters düşmemelidir.
Kişinin duyuşsal alanını geliştirmek için felsefe, teoloji ve matematiğin yanı sıra tarih, edebiyat, başat kültürel değerler, otobiyografi, artistik eleştiri gibi dersler yetişekte yer almalı­dır. Bu dersler kişinin yalnız duyuşsal alanını değil, fakat aynı zamanda bilişsel alanını da geliştirir. Bunun için tarih derslerin­de kahramanlık timsali olan kadın ve erkekler,onların yaptıkları örnek olarak öğrencilere sunulmalıdır. Edebiyat ve sanatta ise, her dönem ve her yerde beğeni kazanmış, aklın üstün ürünleri sayılmış yapıtlar öğrencilere okutturulmalı ve onların bunları anlayıp ezberlemeleri sağlanmalıdır. Dil eğitimi her eğitim ka­demesinde ve özellikle de ilkokulda çok önemlidir Beden eğiti­mi derslerine de ağırlık verilmelidir; çünkü insan bedenen de güzel olmalıdır. İdealist felsefeye göre bedenen güzel olan ruhen de güzeldir. Üstelik bu felsefeye göre insan hem ruhen, hem de bedenen güzel (kalokagathie) yetiştirilmelidir.
Eğitim yöntemleri, İdealist bilgi kuramından çıkarılır. İdealizme göre bilgi aprioridir. Tüm doğru,mutlak, kesin bilgiler insan aklında önceden vardır. İnsan, aklını kullanarak doğru bilgiye ulaşabilir. Bunun için tümdengelimi ve onun kurallarını kul­lanmalı ve kendi içine dönmelidir; çünkü evrensel akıl, insanın kendi aklının içindedir. Akıl, kendi kendine bakarak, bu dünya­daki yapay gerçeklerden hareket edip değişmez, ölümsüz, hep aynı kalan ve bir olan gerçekle ilgili mutlak, kesin doğruyu elde eder. Bunun için kişi iç gözlem yapmalıdır. Öğrenci kendi içine dönerek öğrenmelidir ilkesi İdealistlere göre çok önemlidir. O-kul ve öğrenme-öğretme ortamı, öğrencinin gizil ilgilerini uya­racak biçimde düzenlenmelidir; çünkü öğrencinin ilgi ve isteğiy­le, öğrenme gücü arasında anlamlı bir ilişki vardır. Bu içten ge­len istek,onu belli olgu,olay ve nesnelere yönlendirir. Bu yöneliş sağlandıktan sonra, öğrenme için başka hiçbir uyarıcıya, bilinçli çabaya da gerek yoktur. Eğer bu içten gelen istek ve ilgi sağlanmamışsa, öğrenme çok güçleşir.
Başat kültürel değeri aktaran öğretmen,öğrenciler için örnek olmalıdır; çünkü öğrenmenin bir yolu da örnek alıp taklit etmedir. Öğrenci, tarihi,toplumsal, teolojik, felsefi, sanatsal ör­nek ürünleri ve davranışları taklit ederek öğrenir. Bu örnekleri sunacak olan kişi öğretmendir. Bu tutum, kültürel mirasın, akta­rılmasında da kullanılır. Kültürel miras, öğrencinin ilgisinin artmasına da neden olur. İlgiler artıkça, hem öğrenme kolayla­şır, hem de öğrencinin kendisini gerçekleştirmesi sağlanır. Bu durumda, "Aktarılacak kültürel değerler, kişiyi evrensel gerçeğe yöneltmelidir." ilkesine dikkat edilmelidir; çünkü tüm eğitim bu ilke için vardır.
İdealist eğitimde kullanılan diğer tekniklerden biri de l Sokratik Tartışmadır. Sokratik Tartışma iki aşamadan oluşur: l.İroni (alaysı) 2.Maeutik (doğurtmaca). İroni basamağında, sorulan sorularla, hiçbir bilgisinin doğru olmadığını öğrenci anlar. Doğurtmaca basamağında ise, yine sorular ve ipuçlarıyla, öğrencinin aklını çalıştırıp doğru bilgiyi bulması sağlanır.
İdealist eğitimde öğretmen şu özelliklere sahip olmalıdır:
1. Öğrenci için doğru bilgilerle donanık, kültürlü olmalı; her zaman ve her yerde doğru ve dürüst yani evrensel değerlere göre davranmalıdır.
2. İnsanları tanımada uzman olmalıdır.
3. Öğretme ortamında işini uzmanca yapmalıdır. Öğretme çabasıyla uzmanlığını sentezleyebilmelidir.
4. Öğrenciye arkadaş, dost gibi davranmalıdır.
5. Tutum ve davranışlarıyla, öğrencide öğrenme isteği uyandırmalıdır.
6. İnsanlık için doğru ve evrensel olan hedef davranışları, öğrencide öğrenme isteği uyandırarak gerçekleştirmelidir.
7. Her evrensel doğrunun, kültürel miras içinde yeniden doğmasına yardım etmelidir.
İdealist eğitimde merkezde konular, dersler, evrensel doğrular ve bunları aktaracak olan öğretmen vardır. Bu nedenden dola­yı, İdealist Yetişek; konu merkezli desenlerin kullanıldığı sitem­lerin içine girer. Konu merkezli Yetişek sistemleri; Konu Alanı, Disiplin Alanı, Geniş Alan ve Korelasyon Desenler olarak ele alınabilir. Bunlardan, Konu,Geniş Alan ve Korelasyon Desen­lerde İdealist eğitim anlayışı baskındır.
Konu Alanı yaklaşımında, yetişek evrensel doğruları içerecek konulara göre düzenlenir. Her konu, o konunun uzmanlarınca hazırlanır. Bu konuların büyük bir kısmı, değişmez. Konular öğrencinin ilgi, yetenek ve hazır bulunmuşluk düzeyine göre dü­zenlenir. Bu nedenden dolayı,her bir konu diğeri için ön koşul olacak şekilde basitten karmaşığa, kolaydan zora doğru sıra­lanmalıdır. Fakat dersler arasında bu ilişki hemen hemen yok gibidir. Her dersin konusu kendi başına düzenlenmiştir ve ko­nular arasında sıkı bir mantıksal bağ vardır.Yetişekte yeni konu­lara daha çok yer verilmelidir. Öğretmenin konuları bitirme zorunluluğu vardır.
Geniş Alan yaklaşımında, öğrenciye kazandırılacak bilgi, be­ceri ve duyguların birleştirilmesi gerekir; çünkü bunlar bir bütündür görüşü baskındır. Ayrıca bilim,teknoloji,sanat ve politikadaki bilgi gelişimi son dönemlerde çok hızlı olmaktadır. Her bilgi, beceri ve duyuşun oluşturduğu büyük yapı için bir ders gerekmektedir. Bunun için ne zaman, ne yer, ne de ders yeter. Bilgi patlamasının olduğu bu çağda, yapılacak iş, yetişekleri Geniş Alan yaklaşımına göre yeniden düzenlemektir. Bu; hem bilgi, beceri ve duyuşların bir bütünlük içinde öğrenci­ye sunulması, hem de aralarındaki ilişkinin görülüp anlaşılması için gereklidir.
Bu bağlamda, benzer bilgi, beceri ve duyuşları içeren disiplinler bir araya getirilmelidir. Dil ve edebiyat, güzel sanatlar, fen bi­limleri, matematik ve geometri, el ve ev işleri, teknik eğitimi vb. gibi dersler bu yaklaşıma örnek olarak verilebilir. Ayrıntılı bil­giye bu tür yaklaşımda yer verilemez. Genel ve geçerli olan ev­rensel doğrular içerikte sunulmalıdır.
Korelasyon Desen yaklaşımında ise, ne konular, ne de dersler birbirlerinden bağımsızdır. Öğretmenler de derslerini işlerler­ken birbirleriyle ilişki kurmak zorundadırlar. Sözgelişi, tarih öğretmeni, matematik ,biyoloji, fizik, kimya, Türkçe, beden eği­timi, elişi, vb. gibi derslerin öğretmenleriyle işleyeceği konular­da bağ kurmalıdır. Her öğretmen aynı anda anadil öğretmenidir. Öğrencinin ana dilini doğru kullanmasını sağlamalıdır. Öğ­renci hangi derste ana dilini yanlış kullanırsa, derhal öğretmen­ce düzeltilmelidir. Ayrıca, derslerin içerikleri arasında ilişki ku­rulmalıdır. Eğer temizlik konusu işleniyorsa, fen, sosyal, mate­matik, beden, müzik, Türkçe, resim gibi derslerde de içerik te­mizlikle ilişkili olmalıdır. Ayrıca bazı alanlarda bu ilişki daha da sıkı olabilir. Örneğin, matematik ile fen bilimleri, tarih ile coğ­rafya, tarih ile sosyoloji, mantık ile matematik, fizik, kimya, bi­yoloji, dil vb. arasındaki ilişkiler çok daha sıkıdır. Öğretmenler hem derslerin yetişeklerini hazırlarken, hem uygularken, hem de değerlendirirlerken birbirleriyle görüşmeli ve takım halinde eğitime (team-teaching) gitmelidirler. Bu tür yetişek yaklaşımı bizim eğitim sisteminde daha çok ilkokullarda kullanılmaktadır.

1.1.3 REALİZM VE EĞİTİM
Aristoteles (M.Ö. 384- 322)'e göre, gerçek varlık, fenomenlerin içinde gelişen özdür (ousia). 'Öz ise, hep olmuş olan varlıktır (to ti en einai). Bu görüşüyle Aristoteles Realizmin kurucususayılır. Eflatun'a göre idealar ve nesneler alemi birbirinden ayrı­dır. Gerçek alem, akılla kavranan idealar alemidir. Nesneler alemi, idealar aleminden pay aldıkları ölçüde gerçektirler. OysaAristoteles'e göre, idealar nesnelerin dışında değil, içindedir. Nesneleri nesne yapan, bu idealar dır. Buna form (şekil) der. Formu, dış biçim olarak değil, her nesnenin özünde bulunan ve maddeye biçim ve canlılık kazandıran bir özellik olarak kabul eder. Buna, canlılık (entellechia) ilkesi der. Böylece Aristoteles, idealar alemiyle, nesneler alemini birleştirir. İmajlar, modeller nesnelerin içinde gerçekleşirler. Bunlar, nesneleri kendi amaçla­rına göre geliştirirler. Çekirdeğin bitki olma potansını, kendi içinde taşıması örneğinde olduğu gibi.
Aristo, eğitimle ilgili görüşlerini Nikomakhos'a Etik ve Politika adlı yapıtlarında ortaya koymuştur. O'na göre eğitim hem top­lum, hem de kişi açısından ele alınmalıdır. Yalnız ve ancak hür vatandaşlar (yurttaşlar) yani akıl yönü baskın olanlar eğitilmeli; zanaatkar, tüccar ve köleler eğitilmemelidir. Eğitim, hem bede­nen, hem de ruhen (kalokagathia) güzel hale getirmek için işe koşulmalıdır. Erkek ve kadınlar birbirlerine akıl (akılsal sezgi) bakımından eşit olmadıklarından, erkekler daha akıllı olduk­larından, yalnız onlara zihinsel eğitim verilmelidir.
Eğitim hem toplum, hem de kişi açısından yapılmalıdır. Öncelik ve ağırlık toplumsal eğitime verilmelidir; çünkü "Bütün, parça­dan önce gelir." Bu nedenden dolayı, toplum da kişiden öncedir. Toplumsal açıdan eğitim, Aristo'ya göre şu ilkelere dayandırılır:
1. Devlet, mutlak bir varlıktır. İnsan ancak toplum içinde var olabilir. Eğitimin görevi de, kişiyi, toplumun erdemli bir var­lığı yapmaktır. Bu, insanın akla ve tutkulara bağlı yönlerininsentezlenmesiyle başarılabilir. Erdemler, zihni (dianoethik) ve ahlâki (ethik) erdemler olarak ikiye ayrılır. Zihni erdemler; bi­lim, bilgelik, güzel sanatlar ve pratik kavrayış vb.dir. Bunlar, kişiye açıklamalar yoluyla öğretilir. Ahlâkî erdemler ise, cesaret, ölçülülük, cömertlik, hakseverlik, yiğitlik vb.dir. Bunlar araştır­malar yoluyla, yaptırarak kişiye kazandırılır. Devlet ve aile önemlidir; çünkü ilk toplumsallaşma ailede başlar. Devlet ise, varlığını yasalara uygun bir eğitimle sürdüre­bilir. Eğer insanlar yasalara uygun olarak eğitilmezlerse, insanın insanlaşması sağlanamaz ve en tutarlı yasaların varlığı bile işe yaramaz; çünkü insan aklını kötü yönde kullanabilir. Bu du­rumda devlet yıkılabilir.
Kişi açısından ise şu ilkelere uyulmalıdır:
l.İnsanlar hem yetenek, hem de cinsiyet açısından birbirle­rinden farklıdırlar. Yalnız yurttaşlar (hürler, akılsal yönü bas­kın olanlar) eğitilmelidir. Bunlar arasında da erkeklerin eğitimi, kadınların eğitiminden farklı olmalıdır; çünkü kadınların beyni, erkeklerinkinden daha küçük ve hafiftir.Bu nedenden dolayı, kadınlarda akılsal yön, daha azdır.
2. Eğitim insanın hem doğal yapısına, hem de yaşlara göre olmalıdır. 0-5 yaşına kadar çocuklar, çalışmaya ve öğretime başlamamalıdır. Bu yaşlarda, oyuna ve masallara yer verilmelidir. 5-7 yaşlarında, onlara öğrenecekleri seyrettirilmeli, 7-10 yaşlarında ise müzik ve entelektüel eğitim devreye girmelidir. 10-21 yaşlarında savaş eğitimi verilmeli, cinsel duygulara egemen olma öğretilmelidir. Bunun için perhizlere başvurulmalıdır. Bu tür eğitim, zihni ve ahlâki eğitimle sağlanır.
A) Zihni eğitim: Beden eğitimiyle başlamalıdır; çünkü beden zihinden önce şekillenir ve zihinsel eğitim, beden eğitimi üzeri­ne oluşturulur. Bunun için hangi vücut hareketlerinin gerektiği, önceden belirlenmelidir. Beden eğitiminden sonra devreye zi­hinsel eğitim sokulmalıdır. Bu bir bakıma entelektüel eğitimdir.Entelektüel eğitim için müzik, gramer, retorik, grafik, aritmetik, geometri, matematik, diyalektik, felsefe, politika ve devlet bilimi adlı dersler okutulmalıdır. Bunlar, açıklamalar yoluyla öğretil­melidir.
B) Ahlâki eğitim: İnsanların birlikte yaşaması, devletin varlığını sürdürmesi açısından çok önemlidir. İnsan, ahlaka aykırı dav­randığı zaman çok tehlikelidir; çünkü zekâsı vardır. Zekâsını, aklın kurallarına (özdeşlik, çelişmezlik, üçüncü şıkkın imkânsız­lığı) uygun olarak kullandığı zaman, ahlâkî davranışlar gösterip, mutlu olabilir. Her insana doğruluk, iyilik, hakseverlik, ölçülü­lük, yiğitlik vb. alıştırmalar yaptırılarak öğretilmelidir.
Eflatun ve Aristoteles'in felsefî görüşlerinde, insan temele alın­mıştır. Eğitim, genelde insan (hür vatandaşlar) içindir. Antik Yunan da ve Ataerkil Krallık Döneminde baskın olan eğitim görüşü, kahramanlıktır. Polis (şehir devleti) döneminde ise, kalokagathie (bedenen ve ruhen güzel insan) anlayışıyla Ephebe yetiştirmek, eğitimde hedef olmuştur. Atina demokrasisinde ise, seçkin yurttaşlar okullar yoluyla yetiştirilmeye çalışılmış, onlara güç (arete), iyi, erdem, ölçülülük, hakseverlik, ahlâklılık, yiğitlik vb. kazandırılmak istenmiştir. Helenistlik Devirde, genel for­masyon (enkyklios paideia) temele alınmış ve bu, hürlerin yedi sanatıyla (septem artes libareles: gramer, retorik, diyalek­tik, matematik, geometri, astronomi ve müzik) gerçekleştiril­mek istenmiştir. Roma da ise tüm bu görüşlere, ayrıca hatiplik ideali eklenmiştir.
Hıristiyanlıkta ise, temelde Tanrı vardır. Erdemli insan, dindar insandır. Diğer erdemler, ona hizmet için işe koşulurlar. Hıristi­yanlıkta, Tanrı önünde insanlar eşit olduklarından, tümü dinsel bir eğitimden geçirilmelidirler. Ayrıca kadın erkek ayırımı yok­tur; üstelik Hıristiyanlıkta yoksul- zengin, ırki, mesleki, coğrafî farklar da ortadan kaldırılmıştır. Tüm bunlara karşın, Tanrı merkezde olduğundan, insan ikinci plana itilmiştir; çünkü o, günahkârdır. Günâh işlediğinden öbür dünyadan (gerçek dün­ya) bu dünyaya (geçici dünya) kovulmuştur. Bu âlem, bir sınav dünyasıdır ve değersizdir.
Böyle bir anlayış tarzının Antik Yunan ve Roma görüşleriyle bağdaştırılması ilk kez İskenderiyeli Klemens (İ.S. 215) tara­fından sağlandı. Klemens, Antik Yunan ve Roma kültürüyle Hristiyanlığı bir sistem içinde birleştirdi. Daha sonra Aurelius Augustinus (İ.S. 354-430) bu sentezi, temellendirdi. Böylece An­tik Yunan ve Roma'nın çok yönlü insan yetiştirme görüşü, tek yanlı ve Tanrı'ya inanan, İncil'in buyruklarım yerine getiren insan görüşüne dönüştürüldü. Önceleri Eflatun'un ideaları, da­ha sonra Aristoteles'in felsefesi, Hıristiyanlık için kullanıldı. Bu bağlamda, "Hürlerin Yedi Sanatı"; Hıristiyanlığın öğretilme­si ve savunulması amacıyla içerik açısından değiştirildi.
Orta Çağda egemen olan düşünce, Skolastikti. Bu dönemde "Hürlerin Yedi Sanatını" verenlere Doctor Scholasticus denirdi. Daha sonra bu kavram, bir düşünce okulunun adı oldu. Bu dü­şünce akımının genel özellikleri:
1. Felsefeyle Teolojinin kaynaştırılmasını sağlamak, böylece dinin açıklanması ve temellendirilmesi için felsefeyi bir araç olarak kullanmak,
2. Aristoteles'e bağlı kalmak, O'nun mantığını (tasım), dini buyrukların kanıtlanmasında işe koşmak,
3. Genellikle araştırma, inceleme, gözlem ve deney yapma­mak, bunun yerine Eflatun, Aristoteles, S. Anselmus, A. Thomas vb. düşünür ve kilise babalarının görüşlerini benimseme; bunla­rın yazdıkları kitapları ezberleme; karşılaşılan problemlerin çözümünde, bunlara başvurma; onların yazdıkları kitaplara bakma olarak özetlenebilir. Bu ilkelere ek olarak, tartışmalarda Sokrates'in kullandığı bilgisizliğini göste­rip (ironi), doğruyu buldurma (maeutik) yöntemi işe koşulmuş­tur.
Batı dünyasında bu görüş baskın olarak Rönesans'a dek sürdü. Rönesans ve ondan sonra idealist ve realist görüşlerin ontoloji, epistemoloji ve aksiyoloji anlayışlarında büyük değişiklikler olmamıştır. Nitekim, idealist düşünürlerden Descartes'e göre arkhe (ilk neden, varlık, oluş) düşünen töz, salt düşünsellik, salt , ruhsallık, yani Tanrıdır. Bruch Spinoza'da Tanrı ya da Doğadır (deus sive nature). Botufried Wilhelm Leibniz'de Monat'tır. En yüksek Monat da Tanrı'dır. George Berkeley'de evrensel ruh, yani Tanrıdır. Georg Wilhelm Eriedrich Hegel'de ise mutlak şuur (Geist)dur.
"İnsan nedir?" sorusuna; idealistlerden Descartes "Düşünen varlık, Tanrı ile hiçlik arasında bir yerde olan varlık", Spinoza" İki dünyanın varlığı, doğanın ve kendi düşüncelerinin, Leibniz "Evren üzerindeki tasavvurların küçük bir kısmının tam bilinci­ne sahip bir varlık" diye cevap verir. Realistlerden Locke ve Herbart'a göre insan "Doğal ve ruhsal bir varlıktır".
İdealistlerde akıl yürütme yolu, genelde tümdengelimdir. Doğruya ulaşmanın yolu Descartes'de bilimsel kuşkudur. Bunun için kuşkulan; parçalara ayır ve incele (analiz); basitparçalardan karmaşık bilgiye git (sentez); sonra kontrol et. Doğru, sezgi, tümdengelim ve tümevarım yoluyla böyle elde edilir. Spinoza'da sezgi ve tümdengelimdir. Berkeley Leibnizve Kant'ta da doğru, tümdengelim yoluyla elde edilir. Hegel'de ise diyalektikle (tez-antitez ve sentez) doğru bilgiye ulaşılır. Realistlerin pek çoğuna göre, genellikle doğru bilgi elde etmeninyolu, tümevarımdır. Locke ve Herbart'a göre duyumlar ve algılama yoluyla her bir varlık hakkında gözlem, deney, inceleme yaparak doğru bilgi elde edilir. Nitekim Locke "Dahaönce duyumda olmayan hiçbir şey, insan zihninde yoktur." demekle bu yargıyı destekler.
Klasik Realizm ve İdealizm'e dayanan Daimicilikte insan, genel olarak "akıllı bir varlıktır". O, toplumdan topluma farklılık gösterse bile, onun özdeşi (nature, mahiyet) her yerde ve zamanda aynıdır; çünkü evrende değişme değil, değişmeme olduğundan, mutlak, kesin doğrular vardır. Bu doğrulara insan, genellikle aklını kullanarak ulaşabilir. Bunun için hem tümdengelim, hem de tümevarım işe koşulmalı; fakat çoğunlukla tümdengelim kullanılmalıdır. Deney, gözlem, gezi gibi etkinlikler ise, aklın mutlak doğruyu bulmasında birer araçtır. İnsan, akıllı olduğu için özgür bir varlıktır; davranışlarından da sorumludur.
İnsan, aklıyla mutlak doğrulara ulaşmada bazen yeterli, bazen de yetersiz kalabilir. Onun aklım tutarlı kullanması için, yaşadığı toplumdaki bilgi birikimine sahip olması gerekir. Bu bilgi biri­kimi; düşünce, sanat, toplumsal kurumları, ahlâkî ilkeleri vb. kap­sar. Dünyaya gelen bir insan, yetişkin olmak için bunları öğrenmek zorundadır. Bu bağlamda eğitimin görevi, insanın aklını tutar­lı kullanmasını sağlamak; bu yolla onu mutlak doğrulara ulaştırmak; evrensel gerçeğe uyumunu sağlamak; özgür ve mutlu etmektir. Akıl, zihinsel çalışma, tutarlı akıl yürütme yollarını kullanma, aklın ilkelerine uyma ile; irade ise, araştırma, inceleme, gözlem yapma ve disiplinle gelişir.
Bu durumda eğitimin hedefleri "insanın aklını ve iradesini geliştirme, içinde yaşadığı dünyaya değil, evrensel ve değiş­mez gerçeğe uyumunu sağlama, aklın kurallarını doğru ve etkili kullanma, tümdengelimi işe koşma, özgür ve sorumlu olma, disiplinli çalışma, yaşamı kopya etmeme, ona hazırlan­ma, entelektüel aristokrat yetiştirme" olabilir.
Bu hedefleri her bir öğrenciye kazandırmak için, toplum bilim­leri, edebiyat, matematik, felsefe, mantık, doğa bilimleri, yabana dil derslerine ağırlık verilmelidir. Eski Yunan ve Latin klasikleri öğrencilere okutulmalıdır; çünkü kültürel mirasın en tutarlı örnekleri bunlardır. Bu tür yapıtlar ve dersler, öğrencinin hem l zihninin, hem de iradesinin gelişmesini sağlar. Bu derslerdeki bilgiler; her zaman ve her yerde geçerli, yani mutlak doğru ol­malıdır. Ayrıca üzerinde tartışılan, doğruluğu kanıtlanmamış konuların derslerde yer almaması gerekir. Derslerdeki içerik; geçmişte doğruluğu kanıtlanmış, üzerinde görüş birliğine va­rılmış, akıl yoluyla elde edilmiş bilgilerle donanık olmalıdır.
Eğitim durumlarında genellikle tümdengelim kullanılmalıdır. Öğrencilere, akıllarını ve iradelerini geliştirecek ortamlar sağ­lanmalıdır. Bunun için Sokratik Tartışma (ironi ve doğurtmaca) işe koşulmalıdır. Ayrıca irade eğitimi için; araştırma, gezi, gözlem ve deneye eğitim durumlarında yer verilmeli; fakat öğren­cinin kendisini istediği biçimde ifade etmesine göz yumulma­malıdır; çünkü o, bu gibi durumlarda, aklını kötülük için, tutar­sızca kullanabilir. Onun için sınıf ortamında disiplin sağlanmalı, gerekirse cezaya başvurulmalıdır; çünkü eğitimin amacı insanı ıslah etmektir. Eğitim ortamında, gerçek yaşamın kopyası olan örnekler değil; tersine ideal yaşamdan örnekler getirilmelidir; çünkü eğitimde hedef, insanı gerçek yaşama değil; ideal ve evrensel gerçeklere göre yetiştirmektir. Bunun için gerekirse, yapay ortamlar düzenlenmelidir. Değerlendirme (sınama) durumunda ise, genellikle entelektüel: aristokrat yetiştirmek hedeflendiği için, öğrencinin aklını çalıştırıp çalıştırmadığını yoklayan sorular sorulmalıdır. Soruların içeriği, gerçek yaşamı değil, ideal ve evrensel gerçekleri kapsamalıdır. Ayrıca sınavlar, entelektüel aristokratların seçimi için de kullanılmalıdır.
1.1.4 REALİST YETİŞEK
Realizme göre gerçek, maddedir. Madde hep aynı kalır, değiş­mez ve ölümsüzdür. İnsan, doğal ve toplumsal bir varlıktır. Eğitim, insanı toplumsallaştırma süreci olarak ele alınır.Gerçeğe ulaşmada en etkili akıl yürütme yolu tümevarımdır. Tek tek olgu, olay ve nesnelerden genele gidilir; çünkü madde sınıfla­nabilir. Bu sınıflama tarih, coğrafya, dil, matematik, fizik, kimya, biyoloji, botanik vb. gibi disiplinler olarak yapılabilir. Her disip­lin, bir kavramsal yapıya sahiptir. Her yapı, doğal ve toplumsal ilişkileri açıklayan genellemeler ve kavramsal yapıyla ilgili bir çerçeve sunar. Bu çerçevenin hazırlanıp sunulmasında en etkili unsur, akıldır; çünkü Realist yetişeğin temeli akla dayanır. Tü­mevarım konu alanını sistematik olarak organize etme-de,gerçeği araştırıp bulmada ço£ etkili ve uygun bir yoldur. Nitekim gerçek,sınıflandırılmış yani disiplinlere ayrılmış ve her disiplin de kendi içinde organize edilmiştir. Söz gelişi, üniversi­teler, fen, edebiyat, güzel sanatlar, tıp, mühendislik, ekonomi, eğitim vb. şekilde fakültelere; her fakülte de fizik, kimya, biyolo­ji, astronomi, maden, jeoloji, matematik gibi disiplinlere; disip­linler de biyolojide olduğu gibi hayvan ve bitkiler gibi alt ve uygun alanlara ayrılmıştır. Bu nedenden dolayı Realist yaklaşım disiplinleri göz önüne almalıdır. Bu yaklaşım iki özelliği içerir:
1. Her disiplinle (fizik,kimya, biyoloji, matematik, tarih, coğ­rafya vb.) ilgili öğretilecek bilgi, gerçeği yansıtmalı ve organi­ze edilmiş olmalıdır. Bu organizasyon üniteler şeklinde olma­lıdır.
2. Disiplinlerle ilgili içerik, öğrencinin gelişimine, hazır bulunuşluğuna, öğrenme-öğretme ilkelerine göre düzenlenmelidir. Bir başka deyişle,uygun öğrenme- öğretme strateji, yöntem ve teknikleri kullanılmalıdır. Bunlar, kütüphane araş­tırması, gözlem ve deney teknikleri ve araştırma-soruşturma stratejisi olmalıdır. Öğretmen öğrendiklerini öğrenciye aktarırken düz anlatım, söylev gibi etkinlikleri, monografi ve kitapları kullanabilir.
İlköğretimde okuma- yazma, tahmin etme, araştırma önemli­dir. Ortaöğretimde ise içerik bilim adamları ve uzmanlar tara­fından hazırlanmalıdır; çünkü uzmanlar ve bilim adamları ko­nuyu en doğru şekilde bilenlerdir. Onlar üniversitelerde gerçek üzerinde yaptıkları araştırma,inceleme, deney ve gözlemlerle değişmez, mutlak, kesin bilgiye ulaşmışlardır. Bilgi, araştırma, inceleme,gözlem ve deneyle elde edilir; çünkü insan zihni boş bir levhadır. Doğuştan hiçbir bilgisi yoktur. Bilgi aposterioridir. Bu nedenden dolayı, yetişekte dersler, konu alanları ve öğret­men merkezdedir. Öğrenci doğru hiçbir bilgiyle donanık olma­dığından, ona tüm evrensel doğrular bilim adamı, uzmanlar ve öğretmenlerce aktarılacaktır.
Realist yetişeğin üç öğesi vardır. Bunlar: l.Öğretmen, 2.Öğretilecek bilgi ve beceri, 3.Öğrencidir. Öğretmen, konu­nun uzmanı olmalı, evrensel doğruları tam ve kesin olarak bil­melidir. Neleri, nasıl öğreteceğini, öğrenciyi nasıl motive edece­ğini yani öğretirken hangi strateji, yöntem ve teknikleri kullana­cağını bilerek işe koşmalıdır. Eğitimde ikinci öğe öğretilecek l bilgi ve becerilerdir. Bunlar, tarih, coğrafya, biyoloji, matematik, f fizik, sosyoloji vb. ilgili olabilir. Bu disiplinlerde öğrenciye hangi evrensel bilgi ve becerileri aktaracağını, bunu hangi sırayla ya­pacağını belirlemelidir. Üçüncü öğe öğrencidir. O, bilgi ve beceri kazandırılacak kişidir. Kafası boştur. Aklını kötüye kullanabilir. Öğrenme; sıkı ve zor bir iştir. Disiplin ve çaba ister. Bu neden­den dolayı, öğrenci öğretmenin dediklerini, okulun kurallarını hiç itiraz etmeden yerine getirmelidir. Öğrenme işinden o, so­rumludur. Ondan, konuları öğrendikçe, öğrenmeye karşı ilgisi­nin artması beklenir.
Realist eğitimde, Geniş Alan ve Disiplin Alanı yetişek desenleri kullanılabilir. Geniş Alan yaklaşımı İdealist Eğitimde incelendi­ği için burada yalnız Disiplin Alnı yaklaşımı ele alındı.
Disiplin Alanı yaklaşımında, temelde gerçeğin sınıflanmış bil­gisi yatar. Gerçek; biyoloji, fizik, kimya, jeoloji, astronomi, ede­biyat, tarih, coğrafya olarak belirlenmiş, ayrıca bu disiplinler de kendi içlerinde alt disiplinlere ayrılmıştır. Bu tür yetişekte de Konu Alanı yaklaşımında olduğu gibi konu,doğal yapısı içinde organize edilmelidir. Yalnız Konu Alanı yaklaşımında içeriğin açık ve temellendirilmiş olması önem taşımazken, Disiplin Alanı yaklaşımında bu çok önemlidir. Ayrıca konular, akademik disiplinler üzerine inşa edilmelidir. Disipline edilmiş bilgi, bu tür yetişeğin temel özeliğidir. Okullarda okutulacak içerik, bu tür bilginin yapılandırılmasıyla ve kullanılmasıyla belirlenir; çünkü okul zeka için küçük bir evrendir;aynı zamanda disiplinler bu evreni yansıtır. Bunun anlamı şudur: Öğrenilecek konunun yapısı, kullanılacak yöntemi de içerir. Eğer öğrenci, tarihi öğrenecekse, bir tarihçi gibi araştırma; biyolojiyi öğrenecekse, bir biyolog gibi deney ve gözlem yapmalıdır. Bu ilke çok önemlidir; çünkü öğrenci konunun özünü, onun dayandığı ilkeleri, süreci ve kavramsal yapıyı böyle davranmakla anlar. Bu, Konu Alanı yaklaşımıyla, Disiplin Alanı yaklaşımı arasındaki en önemli farktır. . Disiplin Alanı yaklaşımında öğrenci aktif olarak, bizzat deney, gözlem, araştırma yaparak öğrenme etkinliklerine katılmaktadır. Oysa Konu Alanı yaklaşımında öğrenci öğrenme ortamında çoğu zaman edilgindir. Ayrıca, bu tür yetişek yaklaşımında öğrencinin her bir disiplinin yapısını ve dayandığı mantığı görmesi, kavramlar ve ilkeler arasındaki ilişkileri, araştırmanın nasıl yapılacağını anlaması ondan beklenir. Disiplin Alanı yaklaşımında bilginin transferi istenir. Bu durumda, öğrenci öğrendiği ilkeleri, yöntemi, karşılaştığı yeni ve benzer durumlarda kullanmalıdır. Eğitim ortamı buna göre düzenlenmelidir. Tüm bunlara rağmen, bu alanda da, temelde disiplinler ve öğretmen vardır. Öğrenci ikinci plandadır.
1.2 ESASİCİLİK (Essentialism)
Bu akımın savunucularından bazıları, William Bagley, Isaac Kandel ve Herman H. Horne'dur. Esasicilik akımı da Realizme ve İdealizme dayanır. Bu akıma göre insan, genel olarak top­lumsal ve kültürel bir varlıktır. Doğuştan hiçbir bilgiyle donanık değildir. Bilgi aposterioridir ve onu elde etmenin yolu, genelde tümevarımdır. Tümevarım yoluyla elde edilen bilgi, mutlak (kesin) doğrudur. Bu tür bilgi ve teknik, toplumda sürekli biri­kir. Okulun görevi de bu bilgiyi, öğrenciye aktarmaktır. Bu ne­denden dolayı, okul, bir reform değil; öğrenim kurumudur. Bu kurumun işlevi, geçmişten şimdiye dek oluşan başat kültürel değerleri öğrenciye kazandırmak, bu yolla onun topluma uyu­munu sağlamaktır; topluma uyan insan, ahlaklı ve erdemlidir. Değişme değil, gerçek olan değişmemedir. Onun için geçmişte elde edilen kesin doğrular, yeni kuşaklara aktarılarak hem de­ğişme önlenmeli, hem de kuşaklar arasındaki çatışma engellen­melidir. Geçmişin bilgi ve becerileri yeni kuşaklara kazandırılırsa,onlar da eski kuşaklar gibi davranır; böylece değişme ve ça­tışma önlenir; kültürel miras da korunur.
Bu bağlamda eğitimin hedefleri; "Kişinin toplumsallaşmasını sağlama, başat kültürel değerleri ona kazandırma, değişine ve çatışmayı önleme, kültürel mirası koruma, topluma uyumunu sağlama,bilgi ve becerili insanlar yetiştirme" olabilir.
Bu hedefleri öğrenciye kazandırmak için, toplum bilimleri (sos­yoloji, psikoloji, tarih vb.), fen bilimleri (fizik, kimya, biyoloji vb.), genel kültür (dil, güzel sanatlar, felsefe ile matematik, ge­ometri) gibi dersler okul yetişeklerinde yer almalıdır; çünkü insanın toplumsal ve kültürel yanı birlikte geliştirilmelidir. Bu derslerdeki içerik, başat kültürel değerlerle donanık olmalıdır. Üzerinde anlaşılamayan, çözülmemiş (toprak reformu, vergi adaleti, insan hakları vb.) ve gelecekle ilgili sorunlar içerikte yer almamalı ve sınıf ortamına getirilmemelidir.
Eğitim durumlarında, konular ve dersler önemli olduğundan dolayı, öğrenci değil; öğretmen merkezdedir; çünkü kültürel mirasın temsilcisi öğretmendir. O, doğru ve tutarlı bilgilerle donanıktır. Öğrenci, doğuştan hiçbir bilgi ve beceriye sahip değildir. O, görüş, sav üretecek, beceri gösterecek düzeyde ol­madığından, öğretmenin dediklerini ezberlemek, yapmak, tek­rarlamak zorundadır. Öğrenci, kitapların yazdıklarını, öğretme­nin yapıp anlattıklarını yerine getirerek yeteneklerini ve aklını geliştirebilir. Öğretmen, eğitim ortamında öğrenciye yol gös­termeli ve onu sürekli denetlemelidir; çünkü öğrenme sıkı ça­lışma ve disiplin ister. Sorunların çözümü, soruların yanıtlan öğretmence bilindiğinden dolayı, çözüm ve yanıtları öğretmen vermelidir. O, öğrencilere çözüm ve yanıtları öğretmelidir. Öğrencilere soruyu sorup, onların çözmelerini istememeli, yani problem çözme yöntemini, tartışma tekniklerini kullanmamalıdır; çünkü bu tür etkinlikler, zaman ve emek kaybına neden olabilir.
Öğretme işini öğretmen yaptığından ve bu iş ondan beklendi­ğinden, o, etken; öğrenci ise, edilgendir. Öğrencinin istendik davranışları kazanması değil; önemli olan konuların belli süre içinde işlenmesidir. Böyle olmakla beraber, problem çözme yön­temi ve tartışma bazen; yaparak ve yaşayarak öğrenme ise, belli yaşlarda, meslekî ve teknik eğitim verilen kurumlarda kullanıl­malıdır. Bu durumlarda da öğretmen ve konular yine merkezde olmalıdır. Üzerinde anlaşmaya varılmamış, tartışmaya açık olgu ve olaylar, sınıf ortamına getirilmemelidir; çünkü onların çözü­mü bilinmemektedir. Bundan başka yaşamda olup biten tüm olgu ve olaylar, değişmeler, gelecekle ilgili sorunlar okulu ilgi­lendirmediğinden, eğitim ortamında ele alınmamalıdır.
Öğretmen, eğitim ortamında, gerektiğinde cezaya baş vurmalı, otoriteyi elden bırakmamalıdır. Ayrıca öğretmen, "kendi ken­dini denetleme beceri ve yeteneğini" öğrenciye kazandırmak için, gerekirse, çekinmeden zor kullanmalıdır. Değerlendirme (sınama) durumunda ise, öğretmen kendi ya­pıp anlattıklarını, kitabın yazdıklarını öğrencilere sormalı; öğ­renciler de yanıtı ezberleyip vermelidir. Öğrencilere akılların: çalıştırıp çözecekleri sorular, çoğu zaman sorulmamalıdır. Mesleki ve teknik eğitimle ilgili sınama durumunda ise, öğrencinin araç-gereç kullanarak işi, ürünü, davranışı vb. yapıp göstermesi istenmelidir. Kitaplarda bulunmayan, derste işlenmeyen konularla ilgili sorular öğrenciye sorulmamalıdır.
1.3 PRAGMATİZM VE EĞİTİM
Pragmatizmi savunan düşünürlerden bazıları, bu başlık altındı işlendi. Onların eğitim anlayışları ve bu anlayışlarının dayandığ temel önermeler, felsefeleriyle bağ kurularak sunuldu.
1.3.1 İLERLEMECİLİK (Progressivism)
İlerlemecilik, pragmatik felsefeye dayanır ve onun eğitime uygulanması olarak kabul edilir. Bu felsefeyi hazırlayan ve savunanlar Heraclitos (İ.Ö. 540-480), Protagoras, Gorgias, Prodikos, Hippias vb., Francis Bacon (1561-1626), Auguste Comte (1798-1857), Charles Peirce (1859-1952) William James (1842-1910), John Dewey (1859-1952)'dir.
Heraclitos'a göre arkhe, ateştir ve evren, boyuna akan bir sü­reçtir. Başı ve sonu olmayan bir değişme, tükenmez, canlı bir ateştir. Her şey akar (panta rei). Buna neden olan karşıtların savaşıdır. Bu savaş, evrendeki tüm şeylerin yaratıcısıdır. O ol­mazsa, gerçek de olmaz. Evrenin genel uyumunu sağlayan ev­rensel akıl (logos- Tanrısal Akıl) dır. Evrensel akıldan, herkes eşit pay almamıştır. En iyiler (seçkin bir grup, aristokratlar), evrensel akıldan en çok; halk ise en az pay alandır. Devleti, ev­rensel akıldan en çok pay alanlar yönetmelidir. Bu nedenden dolayı yalnız onlar eğitilmelidir.
Evren, boyuna akan bir süreç olduğundan dolayı, ne mutlak iyi, kötü, ne de mutlak doğru vardır. Bilgi, kesin değil; görelidir. Savaş, kahramanlık, yiğitlik, ahlâki ölçülerdir.
Protagoras, Gorgias, Prodikos, Hippias vb. gibi sofistler de "Arkhe nedir? " sorusuna, "Sürekli oluştur." diye yanıt verirler. Biricik bilgi, duyu algısı ve bundan doğan sanı (doksa)dır. Gerçek, sürekli değiştiğinden dolayı, duyu algılarıyla bunlar hakkında elde edilen bilgiler de değişir. Hem gerçek, hem de insan değiştiğinden, kesin (mutlak) bilgi de yoktur. Bilgi, göre­lidir; çünkü insan, hakikatin (doğrunun) ölçüsüdür. Bu neden­den dolayı, ahlâk da toplumdan topluma, kişiden kişiye, za­mandan zamana göre değişir. İnsan tarafından oluşturulan ya­salar, görelidir; fakat göreli olmayanlar, doğa tarafından konu­lanlardır. Doğa yasaları karşısında, tüm insanlar eşittir. Hiçbiri­nin, diğerine üstünlüğü yoktur. Bu bağlamda, yönetime, tüm insanlar katılmalıdır. Böyle bir katılım, demokrasilerde vardır. Hiçbir bilgi, diğerine göre daha doğru ya da daha yanlış değil­dir. Bu durumda neye göre davranılacak sorusuna, Protagoras "Her sanı (doksa), başkasına göre daha doğru değilse de, daha iyi, daha sağlam, daha yararlı, daha uygundur. Bu daha iyi, sağlam, yararlı, uygun olana göre davranılmalıdır." diyerek yanıt verir. İnsanlara bu tür sanılar (doksa) aşılanmalı, onlar yararlı yurttaşlar yapılmalıdır. Bu eğitimle sağlanabilir. Bunun için eğitim ortamında tartışma, kanıtlama, çürütme teknikleriyle, gramer, retorik, diyalektik kullanılmalıdır. Bu yolla, kişilere erdem ve utanma, kendi kendim yönetme, hak olanla olmayanı ayırma, özenle çalışma kazandırılabilir. Bunun için uygulama ve kuram iç içe kullanılmalıdır; çünkü "Pratik olmadan teori, teori olmadan pratik olamaz". Daha yararlı samlar da bu yolla elde edilebilir.
F. Bacon ve A. Comte da "biteviye değişmenin kaçınılmaz oldu­ğunu" savunurlar. İnsanın görevi, doğaya egemen olmadır. Bunun için, onu tanımak gerekir (Bacon). Bilgi, görelidir. Tutarlı bilgi elde etmek için, genellikle tümevarım kullanılmalıdır. Bilimsel yöntemle elde edilen bilgi, gittikçe daha doğruya iler­ler. İnsan, bu tür bilgiyle doğaya egemen olabilir; çünkü o, sü­rekli gelişen zeki ve toplumsal bir varlıktır.
William James ve John Dewey, eğitim felsefesini, bilim ve bilimsel yönteme dayandırırlar. Ayrıca metafizik spekülasyon­lardan çıkarıp doğacı bir temele oturturlar. Böyle bir yaklaşıma önceleri pragmatizm, daha sonraları aletçilik (instrumentalism) ve deneycilik (experimentalism) dendi. Charles Darwin" Türlerin Kökeni" adlı yapıtından etki­lenen Dewey'ye göre "Her şey değişir, hiçbir şey aynı kalmaz." İnsan için, gerçek, doğal ortamda sürekli değişmeye dayanan yaşantıdır. Bir doğa yasası olan sürekli değişme ve farklılaşma, eğitimin de belirleyici bir normudur. Akıl, doğadaki evrim süre­cinin bir sonucudur. Eylemlerimizi düzenleyen zihin değil; zih­nimizi düzenleyen eylemlerimizdir. Gelişim, zihnin deneyimine ve bireysel farklılıkların gelişimine bağlıdır. Zihin, deneyimin içinde gelişir. Bu nedenden dolayı, insan, çevresiyle etkileşim içinde bulunan, sürekli gelişen ve oluşum halinde bulunan do­ğal, toplumsal ve gerekli olan bir varlıktır. Sürekli değişme ol­duğundan dolayı, sonuncul gerçeğe ulaşmak da olasılı değildir.
Tanrı, ezeli ve ebedi bir manevî varlık olmayıp, insanlarca oluşturulan en yüksek ideallerdir Bu bağlamda bilgi, doğruluğu (işlerliği, iş görürlüğü) sınamayla kanıtlanmış, denencedir. Yani gerçekleşen düşünceler bizi ereğimize ulaştıran, pratik değeri olan, başarımızı sağlayan düşünceler, doğrudur. Başka bir deyişle, bilgi, eylem için yararlı olduğu sürece doğrudur. Doğru düşüncelere sahip olmak demek, kuramsal bilgiler elde etmek değil; eylem aletler elde etmektir. Yani edim için, işe yarayan araçlara, aletlere sahip olmaktır. Gerçek, sürekli değiştiğinden, elde edilen bilgiler, aletler de değişmektedir. Bu nedenden dolayı, mutlak (kesin) bilgilerimiz yoktur. Bir diğer deyişle bilgi, görelidir. Yaşantı yoluyla elde edildiğinden dolayı da aposterioridir. İnsanın bilgiyi elde etmedeki amacı, doğayı bilmek ve açıklamak değil, onu denetlemek, yeniden yaratmaktır. Zaten beynin görevi de budur. Bu tür bilgi, yansık düşünme ya da problem çözmeyle elde edilebilir. Bilimsel yöntemin basamakları:
1. Güçlük yaratan bir durumla karşı karşıya kalma,
2. Bu durumda problemi keşfedip, tanıma,
3. Olası çözümleri belirleme ve denenceler kurma,
4. Denenceleri sınama, sonuçları düşünme,
5.Uygulama sonuçlarına göre denenceleri askıya alma, değiş­tirme, onarma olarak sıralanabilir. Dik­kat edilirse, böyle bir yaklaşımda hem tümevarım, hem de tüm­dengelim (hipotetik-dedüktif süreç) birlikte kullanılmaktadır; fakat baskın olan tümevarımdır. Aynı zamanda bu yöntem, bir deneme yanılma sürecidir. Her denemeden sonra, yanlış sonuç­lara ulaşılınca, tekrar probleme dönülür. Bu gidip gelmeler, problemin çözümüne dek sürer.
1.3.2 PRAGMATİK YETİŞEK
Pragmatizme göre gerçek, değişmedir. İnsan, yaşantı yoluyla yararlıyı seçen, biyo, kültürel ve toplumsal bir varlıktır. Eğitim,yaşantılar yoluyla istendik davranış değişikliği oluşturma sürecidir. Her türlü bilgi, insanın doğal ve toplumsal çevresiyle etkileşimi sonucu geçirdiği yaşantılar yoluyla elde edilir. Durum böyle olunca, yetişekte yaşamda bulunan tüm uğraş alanları yer almalıdır; çünkü eğitim yaşam içindir. Bu dersler, her insan için basitten karmaşığa, kolaydan zora, somuttan soyuta, birbirinin önkoşulu oluş özeliklerine göre düzenlenmelidir. Her insan için, her düzeyde dersler olmalıdır. Konular yaşamdan seçilmeli, kuram ve uygulama birlikte yapılmalıdır. Planlamada öncelik kurama, fakat derslerde ise kuramdan çok uygulamaya ağırlık verilmelidir.
Bilgi aposterioridir ve bilimsel yöntemle sınama-yanılmayla elde edilir. Durum böyle olunca, öğrenci pragmatik yetişekte, bilimsel yöntemi kullanmalı, karşılaştığı sorunları çözmeli, sı­nama-yanılmayla sorunların üstesinden gelmelidir. Her işi öğ­renci yapacağından dolayı, öğretmen yol gösterici olmalıdır. Bu tür yetişekte merkezde öğrenci vardır. Tüm etkinlikler, eğitim ortamı, her bir öğrenci için düzenlenmelidir. Ayrıca eğitim or­tamı, demokratik olmalı, öğrenciye ceza verilmemelidir. Öğren­cinin, yeteneğine, ilgisine, hazır bulunuşluk düzeyine göre yetişekler onun hizmetine sunulmalı, öğrenci istediği her konu­yu, sorunu, sınıfa getirebilmelidir. Bu bağlamda pragmatik eği­timde kullanılan yetişekler; öğrenci merkezli olup etkinliğe dayalı, sosyal süreç ve yaşantılara dayalı, çekirdek, fonksiyonel ve teknolojik yaklaşımlar olarak ele alınabilir.
Etkinliğe dayalı yetişekte,öğrenci merkezdedir. Öğretmen danışman ve yol göstericidir. Öğrencinin ilgi ve yeteneklerine göre yetişekler düzenlenmelidir. Tek tür yetişek yerine esnek, çok yönlü, çok amaçlı yetişekler vardır. Ayrıca her öğrencinin ilgi ve yeteneğine göre yetişekler süreç içinde de yeniden düzen­lenebilir. Bu nedenden dolayı, önceden kesin olarak hazırlanmış bir yetişekten §öz edilmez. Öğrenme, yaşananlara dayandırılmak, yani öğrenci yaparak ve yaşayarak öğrenmelidir. Problem çöz­me temele alınmalıdır.
Sosyal süreç ve yaşantılara dayalı yetişek yaklaşımında ise,ortak, zorunlu, toplumsal ve doğal gereksinimler merkeze alınmalıdır. Söz gelişi, sağlık, trafik, kazalardan korunma, bes­lenme vb. gibi herkes için zorunlu olanlarla kişinin geçireceği yaşantılar arasında ilişki kurulmalıdır. Eğitim, bu yolla toplumun ve kişinin istendik yönde değişmesini sağlayan kurallar koymalıdır. Öğrenci, eğitim ortamına getirilen sorunları çözmek için araştırma yapmalı, bilimsel yöntemi kullanarak çözümler üretmelidir. Öğretmen- öğrenci, öğrenci- öğrenci işbirliğini; kubaşık çalışmayı sağlayacak şekilde eğitim ortamları düzen­lenmelidir. Bu tür yetişekte, grup ve bireysel rehberlik kullanıl­malıdır.
Teknolojik yaklaşımda ise,öğrenci merkezdedir; fakat sosyal süreç ve yaşantılara dayalı yetişek yaklaşımında olduğu gibi toplumsal ve doğal gereksinimler de göz önüne alınmalıdır. Hazırlanan yetişekler bilgisayarlar, televizyon, video, teyp, film vb. gibi eğitim teknolojileri kullanılarak her bir öğrencinin ilgi, ihtiyaç ve yeteneklerine göre onlara sunulmalıdır. Bu tür yetişekte süreç değil, bunun sonunda elde edilen ürün önemli­dir. Ürüne bakıp hem öğrenci, hem de süreç değerlendirilir.Teknolojik yaklaşımda öğrenci kendi kendine, araç gereç kullanarak öğrenecektir. Programlaştırılmış bir yetişek söz ko­nusudur. Öğretmen bu yetişek anlayışında rehber ve yönlendi­ricidir.
Çekirdek yaklaşımda ise yetişekler sorunlara göre düzenlenir. Bu düzenleme dört öğe dikkate alınarak yapılır. Bunlar; 1.Bütünleştirmeyi gerçekleştirme, 2.Öğrenci gereksinimlerini karşılama, 3.Öğrencinin etkin katılımım sağlayarak öğrenmeyi geliştirme, 4.Öğrenme ile yaşantı arasındaki bağı kurma olmalı­dır. Bu tür yetişekte, kişiler toplumsal sorunları çözecek bilgi ve becerilerle donanık yetiştirilmelidir ilkesi temele alınır.
Fonksiyonel yaklaşımda her bir öğrenci için hedefler, içerik, eğitim ve sınama durumları belirlenir ve bunlar her uygulama sonucuna göre yeniden düzenlenir. Bu öğeler duruk değil, her öğrenciye, her uygulama sonucuna göre yeniden belirlenip ve uygulamaya konulduğundan diriktir. Üstelik bu süreç biteviye­dir. Hedefler, içerik, eğitim ve sınama durumları arasında di­namik bir ilişki vardır. Hedeflerde kime, neyin, niçin verileceği, içerikte hedef davranışlara göre nelerin bulunacağı, eğitim du­rumunda hedef davranışların hangi öğrenme-öğretme strateji, yöntem ve teknikleri, araç- gereç, zihinsel ve işlemsel süreçlerle öğrenciye nasıl kazandırılacağı, sınama durumunda ise, öğren­cinin hedef davranışları kazanıp kazanmadığının nasıl yoklana­cağı belirlenir. Tüm bu sürecin sonunda sistemin her basamağı­na bakılarak yemden değerlendirme yapılır.Bu değerlendirme sonuçlarına göre,yetişeğin her öğesi gözden geçirilir, işlemeyen yanlar ya atılır, ya da onarılır. İşleyen yanlar elde tutulur ve yetişek yeniden düzenlenerek uygulamaya konur. Yetişekler her bir öğrenci için düzenlenip işe koşulmalıdır. Öğrenci merkezde­dir. Öğretmen yönlendirici ve rehberdir.
Bu bağlamda ilerlemeciler için hedefler; "Sürekli değişmeye açık olma, doğa ve yaşamdaki değişmeyi denetleyip yeniden yaratmayı sağlama, demokrasiyi gerçekleştirme ve yaşatma, hem toplum, hem de kişiyi dengede tutma, bilimsel yöntemi kullanma, deneme- yanılmayı kullanma, hiçbir bilgiyi, mutlak doğru kabul etmeme, kişinin biyolojik ve toplumsal yanını ya­şantılarıyla geliştirme, değişmeyen, ideal bir varlığı değil, sürek­li değişen bir yaşamı temele alma, canlı, özgür, bağımsız, giriş­ken, yaratıcı, sorumluluk alan, hoşgörülü, bilinçli, kendini sü­rekli yenileyen, demokrat insan yetiştirme, yararlı olanı, doğru, iyi, değerli kabul etme, toplumla birey arasındaki anlaşmayı sağlama, öğrencilerin kendi yaşantıları yoluyla zihnini ve gizil yeteneklerim geliştirme, düşünmeyi öğretme, kişiyi, toplumun ehliyetli, muktedir ve verimli bir üyesi yapma, kubaşık çalışma vb." olabilir.
Eğitim yaşamdır, yaşama hazırlık değildir. Bu nedenlerden dolayı, okullarda her türlü derse yer verilmelidir. Yaşamda, hangi meslekler varsa, hangi sorunlar bulunuyorsa, hepsi okul­larda yer almalı ve öğrenci de yaşama gitmelidir; çünkü konular amaç değil, birer araçtır. Dersler; doğa bilimleri, iş ve meslek eğitimi, dil, matematik, geometri, tarih, coğrafya, resim, müzik, beden eğitimi vb. olabilir. Bunlar, yukarda belirtilen hedefleri gerçekleştirmek için, birer araç olarak kullanılmalıdır. Tarih, coğrafya vb. derslerle, öğrencinin görüş açıları genişletilmelidir. Doğa bilimleriyle (fizik, kimya, biyoloji vb.) ona egemen olma ve doğayı değiştirme sağlanmalıdır. İş ve meslek dersleriyle hem kendini tanıma, hem de verimli olma gerçekleştirilmelidir. Dil dersleriyle düşünce, görüş ve savların, duyguların paylaşıl­masına, eleştirilip arılaştırılmasına, yeni düşünceler oluşturmak için, yeni yöntem ve tekniklerin saptanmasına gidilmelidir. Bu dersler arasında doğa ve toplumsal bilimlere ağırlık verilmeli­dir; çünkü öğrenciden doğa ve topluma egemen olması ve ona etkin bir biçimde katılması istenmektedir:. Üstelik bu derslerde öğrenilenler, öğrencinin gizil güçlerinin ve zihninin gelişmesini sağladığından kolay kolay unutulmaz.
Derslerin içeriği, toplumsal açıdan istenilen edegenliklere, öğrencinin hemen kullanabileceği ve ilgisini çeken bilgi ve becerilere, tasarım ve problemlere vb. göre düzenlenmelidir. Karakter eğitimi için ise, gruplar halinde karar vermeyi, kubaşık çalışmayı sağlayacak biçimde işe koşulmalıdır. İçerikte sunulan bilginin mutlak doğru olmadığı, yeni ortam­larda değişebileceği vurgulanmalıdır. Ayrıca öğrenciler, iste dikleri her konuyu sınıfa getirebilmelidirler. Tüm dersler ve bunların içeriği öğrenciye göre olmalıdır. Yani her öğrencinin ilgi ve yeteneğine uygun her çeşit ve düzeyde dersler bulunma­lı; öğrenci istediğini seçip alabilmelidir.
Eğitim durumları, ilerlemecilere göre aşağıda belirtilen ilkelere uymalıdır:
Konular, dersler, öğretmen değil; tersine öğrenci merkeze alınmalıdır; çünkü eğitilecek olan odur. Eğitimin bir ereği del çocukta gizli olan yetenekleri geliştirmektir. Bu da ancak yine yeteneklere başvurmakla sağlanabilir. Bu nedenden dolayı, ço­cuğun yetişmesinde dış etmenlerden çok, yaradılışına ve özel kişiliğine önem verilmelidir. Bu ise, çocuğun kendi kendini ye­tiştirmesi için, kendindeki gizil güçlerden yararlanması demek­tir. Bunun için, eğitim ortamında öğrenci merkeze alınmalı, di­ğer tüm değişkenler, ona göre düzenlenmelidir.
Öğrenme, yaşantı yoluyla gerçekleşir. Öğrencinin zengin ya­şantılar geçirmesi sağlanmalıdır; çünkü bunlar onun olgunlaş­masına, kendini değiştirmesine neden olur. Bunun için, çocukta öğrenmeye karşı ilgi uyandırılmak, onun önceki yaşantılarından yararlanılmalıdır. Yani hiçbir zaman zora, başvurulmamalıdır.
Olay, olgu ve sorunlar öğrenciye sunulmalı, onun bunlardan yargılar çıkarması sağlanmalıdır. Bu yolla, onun düşünmesi, düşüncelerini değiştirip geliştirmesi gerçekleşebilir; çünkü eği­timde neyi düşüneceği değil, nasıl düşüneceği önemlidir. Bu, aynı zamanda "öğrencinin neyi değil, nasıl öğreneceği" temele alınmalıdır demektir.
Fakülte psikolojisi anlayışından vazgeçilmelidir; çünkü insan zihni, bir bütündür. O, algı, imgelem, dikkat, akıl, dil ve irade gibi fakültelere bölünmemiştir. Bunlar üzerinde ayrı ayrı çalış­malar yaparak, insan zihni gelişmez; çünkü bunlar, herhangi bir işin yapılmasında ayrı ayrı değil tersine, duruma göre birbirle­riyle bağlantı kurarak çalışırlar. Bu nedenden dolayı, eğitim durumlarında, zihnin tüm özelliklerini geliştirmek için, öğren­cinin problem çözme (yansık düşünme) yöntemim kullanması sağlanmalıdır. Bunun için, öğrenciye yaşamdan alınmış ve dü­zeyine uygun bir sorun verilmeli, bunu sınırlaması ve sorunu belirlemesi, daha sonra olası çözüm yollarını yani denenceleri üretmesi, denenceleri sınaması, olası sonuçları kestirmesi, so­nuçlan gözden geçirmesi istenmelidir. Bilimsel yolu da kendisi­nin bulması sağlanmalıdır. Bu ortamda öğrencinin deneme-yanılma yapmasına imkân verilmelidir. Ayrıca öğrenci, tümeva­rımı ve tümdengelimi birlikte kullanmalı, özellikle de tümeva­rımı işe koşmalıdır. Eğitim ortamı bunu sağlayacak biçimde düzenlenmelidir. Ayrıca kubaşık çalışma işe koşulmalı ve proje yöntemi uygulanmalıdır.
Okul, yaşamın kendisidir. Yaşamdaki her türlü olgu ve olaylar eğitim ortamına getirilmeli, ya da öğrenci bunlara götürülmeli­dir; çünkü eğitimin görevi, öğrencinin içinde yaşadığı topluma, etkin bir biçimde katılmasını sağlamaktır. Toplum ve doğadaki olgu ve olayları çözmeden, insan, onlara egemen olamaz ve uyum sağlayamaz. Bu nedenden dolayı, okul, toplumsal yaşamın yaşandığı bir yer olmalıdır. İş eğitimi de buna yardım edeceğin­den, okul, bu tür eğitime ağırlık vermelidir. Bu tür eğitimde işin ekonomik değeri değil, toplumsal bilinç ve kudreti geliştirmesi ağırlık taşımalıdır. Yani öğrencinin elle tutulur, gözle görülür, yaşam için yararlı bir yapıt ortaya koyması için, eğitim ortamı düzenlenmelidir.
Eğitim ortamında kurama değil, uygulamaya ağırlık verilme­lidir; çünkü kitaba bağlı öğrenci, olayların nedenlerini ve hangi nedenlerin, hangi sonuçları doğurduğunu kavrayamaz. Üstelik kitabî bilgiler, çabuk unutulur. Bunların anlamları da çoğu za­man bilinmez. Oysa, uygulama sonucu öğrenen çocuk, ilişkileri kavrar; öğrendiklerini de unutmaz.. Uygulama; bilimsel yönte­min, deneme-yanılmanın, kubaşık çalışmanın ve proje yöntemi­nin kullanılmasını gerekli kılar. Tüm bunlardan dolayı, eğitim ortamında uygulamaya ağırlık verilmelidir.
Eğitim ortamında, yapay değil; doğal disiplin sağlanmalıdır. Bunun için, deneme yanılma, yaparak- yaşayarak öğrenme, pro­je çalışması ve bilimsel yöntem işe koşulmalıdır. Böyle bir or­tamda sessizlik, suskunluk biçiminde bir disiplin olmamalıdır; çünkü herkes bir işle uğraşmaktadır; elini, kolunu bağlamış de­ğildir. Diğer kişilerle birlikte verimli çalışılan bir ortam vardır. Kişi; işin, araştırmanın, gözlemin, deneyin gereklerine göre ha­reket etmelidir. Böyle davranınca, zaten disiplin sağlanmış olur. Ayrıca eğitim ortamında, cezaya başvurulmamalıdır. Tersine öğrenciyi yüreklendirme, temele alınmalıdır.
Eğitim ortamı, demokratik olmalıdır. Öğrencilerin ilgi duyduk­ları olay, olgu ve konuları sınıfa getirmeleri, bunlar üzerinde gözlem, deney, araştırma, inceleme yapmaları ve tartışmaları sağlanmalıdır. Böyle bir eğitim ortamında, öğretmen; anlatan, açıklayan değil, tersine yol gösteren, yardım eden, rehberlik yapan, imkân tanıyan bir görev üstlenmelidir. Bunun için, öğretmen, her öğrencinin gizil güçlerim geliştirmek amacıyla, seçenekli, zengin öğrenme ve öğretme yaşantılarını sınıfa getirmelidir. Yani eğitimi esnek bir plan dahilinde yapmalıdır.
Sınama durumları, ezbere dayanmamalıdır. Öğrenciye yaşam­da karşılaştığı, ya da karşılaşacağı sorunlar ve doğal problemler sorulmalı, onlardan bilimsel yöntemi kullanarak bunları çözme­si istenmelidir. İş ve meslek eğitiminde ise, iş ve üründen çok, sürece ağırlık veren bir değerlendirme işe koşulmalıdır. Ayrıca sınavlar, öğrencinin gizil güçlerini ortaya koymak ve onları uy­gun yetişeklere yerleştirmek amacıyla da kullanılmalıdır.
1.3.3 YENİDENKURMACILIK (Reconstructionism)(Yenidenyapılandırmacılık)
İlerlemeciliğin devamı olan bu akımın dayandığı felsefe, Prag­matizmdir. John Dewey, Isaac Bergson, Barold Rugg, George Counts, Theodore Brameld bu akımın temsilcileri arasındadır.
Bu akıma göre, insanlık bir yol ayrımına gelmiştir, ya yok olacak; ya da yeni bir uygarlığa geçecektir. İnsanlığın yok ol­maması, daha tutarlı bir uygarlığa geçebilmesi için, çatışan değerlerden kurtulması gerekmektedir. Bugünkü ortamda insanlar, çatışan değerlerin hangisine bel bağlayacağını bilme­mektedir. Bu nedenden dolayı, bir bunalım ortamına itilmişler­dir. İnsanlığı bunalım ortamından kurtarmak, onların yok olma­sını engellemek için, bu tutarsız değerlerle mücadele edebilecek ve onları ortadan kaldırabilecek güçlü, birleşmiş ve tutarlı de­ğerlere bağlı bir dünya uygarlığı kurmak gereklidir. Böyle bir dünya uygarlığı; sevgiye, işbirliğine dayandırılmakla ve yaşamı her saniye yemden kurmakla mümkündür. Bunun için, ırkların, ulusların, renklerin, cinslerin ve inançların uluslararası bir dü­zen bayrağı altında toplanması sağlanmalıdır. Dünya barışı ko­runmalı, büyük kıyıma neden olacak savaş engellenmelidir.
Barış, dünya devleti ve insanların mutluluğu konusunda, he­men hemen tüm devletler ve uluslar hem fikirler; ama bunu sağlayacak yollar konusunda anlaşamamaktadırlar. Kimi ko­münizmle, kimi dinle, kimi de liberalizmle vb. bu amaçların gerçekleşebileceğini ileri sürmektedir. Oysa, tüm bu görüşlerin özgürce, yasalar içinde savunulduğu bir ortam gereklidir. Bu da demokrasilerde vardır. Öyleyse, dünya uygarlığı demokratik olmalıdır; çünkü demokrasi, çoğunluğun genelde yanılmayacağı, daha iyiyi, güzeli ve doğruyu bileceği ve uygulayacağı; azın­lıkta olan savların da eleştirme, seçimle işbaşına gelme olasılığı­nın her zaman bulunabileceği sayıltılarına dayanır. Bu bağlam­da, çoğunluğun benimsediği savı savunup oyla işbaşına gelenle­rin, yönetme; azınlığın da muhalefet yapma hakkı vardır.
Eğitim, bir değişim aracı olduğu kadar; bir denge aracıdır da; çünkü yaşam sürekli değişmektedir. Yaşam, sürek­li değişme olduğundan, insan her an, onu yeniden kurmak zorundadır; çünkü bu işi yapmazsa, mutlu olamaz; dünya uygar­lığını ve barışını kuramaz. Eğitim, bu amacı gerçekleştirmek için, güçlü bir araç olarak kullanılmalıdır. Bu nedenden dolayı, eğitimin görevi; bu amaçları belirleme, yürütme, geçerli kılma ve tutarlı değerlerle doldurmadır.
Eğitim, yalnız yaşam değil; aynı zamanda gelecektir. Bunun için her türlü ders ve konular sınıf ortamına getirilmelidir. Bun­ların büyük bir çoğunluğu gelecekle ilgili olmalıdır. Dersler; sosyal bilimler, doğa bilimleri, iş ve meslek eğitimi, edebiyat, dil, beden, müzik, resim, matematik, geometri vb. olabilir. Bu dersler içinde, sosyal ve doğa bilimlerine ağırlık verilmelidir. Ayrıca tutarlı kültürel değerler, içerikte bulunmalıdır. Bunlar; sevgi, demokrasi, işbirliği, barış, dünya uygarlığı, kardeşlik gibi geliştirilmesi kararlaştırılan değerlerdir. Kişiden doğayı, özellik­le de toplumu yeniden kurması beklendiğinden; doğa ve top­lumla ilgili olgu ve olaylara sınıf ortamında yer verilmeli, ya da öğrenci böyle ortamlara gönderilmelidir.İçerikteki bilgi, kesin (mutlak doğru) değil; tersine her an deği­şebilecek bir nitelikte sunulmalıdır; çünkü mutlak doğru yoktur. Üstelik evrende sürekli bir değişme vardır.
Yenidenkurmacılıkta, önemli olan amaçlardır. Bu nedenden dolayı dersler, konular, içerik amaçlara göre düzenlenmelidir; çünkü bunlar araçtır. Bu araçlar, öğrencinin gizil güçlerini geliş­tirecek, doğayı ve toplumu yeniden kuracak, kubaşık çalışmayı destekleyecek, bilimsel yöntemi ve eleştirisel düşünmeyi gelişti­recek nicelik ve nitelikte olmalıdır.
Yenidenkurmacılıkta, eğitimin görevi; toplumu sürekli yeni­den şekillendirmek ve düzenlemektir. Bunun için okul, açık seçik bir şekilde toplumu değiştirme ve yeniden kurmayı sağla­yacak yetişekler geliştirmeli ve uygulamaya koymalıdır. Kişiler; hem bu düzeltimi gerçekleştirecek, hem de denetleyecek biçim­de yetiştirilmelidir. Bu iş, her kişinin düşüncelerini değiştirmek­le sağlanabilir; çünkü kişinin düşüncelerini değiştirmeden, top­lumsal düzeltim ve onun yeniden kurulması gerçekleşemez. Bunun için eğitim durumları şöyle düzenlenmelidir:
Toplumu değiştirmede temel sorumluluk okuldadır. Bunun için öğrenciler, toplumu yeniden kuracaklarına inandırılmalıdır. Bu işte temel güç, öğretmendedir. Öğretmen, bu amaçları ger­çekleştirecek tüm araç-gereçleri, öğretme-öğrenme strateji, yöntem ve tekniklerini işe koşmalıdır. Bunlar, bilimsel yöntemi kullanmayı, özellikle de eleştirisel düşünmeyi sağlayacak nicelik ve nitelikte olmalıdır.
Sınıf ortamı, demokratik olmalıdır. Amaca hizmet eden her türlü düşünce, görüş ve savlar eğitim ortamına getirilmeli, öğ­rencilerin tartışarak sonuçlara varmaları sağlanmalıdır. Öğret­men hiçbir savın, düşüncenin, görüşün yanında yer almamalı, herhangi bir sav, görüş ve düşünceyi empoze etmemelidir. Gö­rüşlerin, savların ve düşüncelerin kabul, ya da ret edilmesi öğ­renciye bırakılmalıdır.
Uygulamaya ağırlık verilmelidir. Bunun için, deney, gözlem, gezi vb. gibi etkinlikler eğitim ortamında öğrenci tarafından kullanılmalıdır. Gelecekle ilgili toplumsal ve doğal sorunlar üzerinde durulmalı, öğrencilerin bu sorunlarla ilgili çözüm öne­rileri ileri sürmeleri sağlanmalıdır. Ayrıca, öğrenciler bu tür soruları sınıfa getirmelidirler.
Tüm bu etkinlikler için, yeni öğretme-öğrenme strateji, yön­tem ve teknikleri geliştirilmeli ve eğitim ortamında kullanıl­malıdır. Öğrenciler, eğitim ortamına etkin bir biçimde katılma­lıdırlar.
Eğitim ortamında ceza, kesinlikle kullanılmamalıdır.
Sınama durumunda, sorular; genellikle eleştirisel düşünmeyi ve bilimsel yöntemi öğrencilerin kullanıp kullanmadığını ölçecek nicelik ve nitelikte olmalıdır. Ayrıca sorular; çoğu kez, gelecekle, toplumsal ve doğal olgularla ilgili olmalıdır. Sınavlar; her öğrencinin gizil yeteneğini belirlemek ve onu uygun yetişeklere yerleştirmek için de kullanılmalıdır.
1.4 NATÜRALİZM VE EĞİTİM
Natüralizmi savunan JJ.Rousseau'nun düşünceleri bu başlık altında işlendi. Onun eğitim anlayışı ve bu anlayışın dayandığı temel önermeler, felsefesiyle bağ kurularak sunuldu.
1.4.1 NATÜRALİST YETİŞEK
Gerçek, doğadır ve insan da doğal bir varlıktır. O doğuştan iyi­dir; çünkü Yaradan’ın elinden çıktığında her şey iyidir;insanın elinde her şey bozulur. Toplum insanı bozar, onun istenmedik davranışlar göstermesine neden olur. Bilgi, aposterioridir; çünkü güçsüz doğarız, güce ihtiyacımız vardır; her şeyden yoksun do­ğarız, yardıma ihtiyacımız vardır; aptal doğarız, akla ihtiyacımız vardır. Doğuşta neyimiz yoksa, büyüyünce neye ihtiyaç duyacaksak, bunu bize eğitim verir. Bu eğitimi ya doğadan, ya in­sanlardan, ya da eşyadan elde ederiz. Yeteneklerimizin, uzuv­larımızın iç gelişmesi doğanın eğitimidir. Bu gelişmeyi nasıl kullanacağımızı bize insanlar öğretir. Bizi etkileyen nesneler üzerinde kendi kendimize edindiğimiz deneyim ise eşyanın eğitimidir. İnsan, bu üç tür eğitimcinin elinde biçim alır. İşte bu üç tür eğitimci, aynı hedefleri gerçekleştirirse, çocuk iyi yetişir. Bunun için eğitim ortamı şu ilkelere göre düzenlenmelidir:
Öğrenci merkezli ve demokratik bir yetişek düzenlenmelidir. Öğrenci bizzat yaparak ve yaşayarak öğrenmeli, doğal bir or­tamda karşılaştığı problemleri yine kendi çözmeli, duygularını geliştirmeli, çevresiyle uğraşarak yaşamını düzene koymalıdır. Doğada insanın her işini kendi başına yapması beklenir. Yapamazsa, yaşayamaz. Başarırsa ödülünü derhal alır; başaramazsa cezasını görür; çünkü doğada ödül ve ceza kendiliğinden vardır. Bu ne­denden dolayı ona öğüt verilmemelidir.
Kişi, doğal bir ortamda öğreneceklerini ilgisine ve yeteneğine göre seçecektir. Öyleyse öğrenme kişinin ilgi ve yeteneklerine göre düzenlenmelidir. Öğretmen bilgi aktaran, ezberlettiren biri olmamalı, tersine doğal ortamda bilgi için fırsat ve imkanlar yaratan biri olmalıdır;çünkü insan öğrenmeye hazır olduğu za­man öğrenir.
Öğrenci hazır bilgiye konmamalı, tersine o bilgiyi keşfederek öğrenmelidir; öğrenci bunun için yüreklendirilmelidir;çünkü bizim gerçek öğretmenlerimiz deneyim ve duygudur. Öğrenci merak ettiğini öğrenmelidir. Bilgiyi siz söylediğiniz için değil, kendisi anladığı için edinsin; sizden öğrenmesin; kendisi bulsun; Düşünüp sonuca varmayı öğrenmezse, sonra başkalarının kölesi olur.
İnsanın eğitimi, insana uygun olmalıdır; başka bir varlığa göre değil. Çocuğa gerçekleri olduğu gibi anlatmalısınız, eğer onların üzerine bir şey örttünüz mü,çocuk zahmet edip de bu örtüyü kaldırmaz. Ayrıca öğrenciye yaşamda yararı olacak bilgi ve be­ceriler kazandırılmalıdır; çünkü doğada yararlı olanlar onun yaşamasını, mutlu olmasını; zararlı olanlar ölmesini ya da mut­suz olmasını sağlar. Bilgin olacaklarına, iyi insan olsunlar. Öğ­retmen bu açıdan da iyi bir örnek olmalıdır. Öğrenci; kafasının almadığı, anlayamadığı toplumsal olay ve değerlerden uzak tutulmalıdır; çünkü öğrenme ancak mantıklı olunca ve anlaşılınca gerçekleşir. İşimiz çocuğa bir şey öğret­mek değil, ona doğru, aydınlık fikirler aşılamaktır.Çocuk büyü­yene dek hiçbir dini inanç, ahlaki değer yargısı ona verilmemelidir. O, kendi inanç ve değer yargılarını kendi mantığıyla oluş­turmalıdır.
1.5 DİYALEKTİK MATERYALİZM VE EĞİTİM
Diyalektik Materyalizmi savunan düşünürlerden bazıları, bu başlık altında işlendi.Onların eğitim anlayışları ve bu anlayışla­rının dayandığı temel önermeler, felsefeleriyle bağ kurularak sunuldu.
1.5.1 POLİTEKNİK EĞİTİM
Politeknik Eğitim, Diyalektik Materyalizme dayanır ve onun eğitime uygulamasıdır. Bu felsefeyi hazırlayan ve savunanlar Çarvaka Okulu (Lokayata) (İ.Ö. 1000-500), Herakleitos (İ.Ö. 540-489), Anaksagoras (İ.Ö. 500-428), Leuikuppos (İ.Ö.500-440), Empodokles (İ.ÖÖ.492-432), Demokritos (İ.Ö. 460-370), Epikuros (İ.Ö. 342-271), Van Cung (27-104), Hobbes (1588-1679), Gassendi (1592-1655), La Mettrie (1709-1751), Diderot (1713-1784), Hevletius (1715-1771), Holbach (1729-1789), Feuerbach (1804-1872), Marx (1818-1883), Engels (1820- 1895), Lenin (1970-1924) vb. dir.
Politeknik Eğitimi savunan ve uygulayanlar ise Robert Seidel (1850- 1933), Heinrich Schulz (1872- 1932), Paul Ostreich (1878-1959), N.K. Krupskaya (1869- 1939), P.P. Blonks (1884- 1941) ve A.S. Makarenko (1888-1935)' dur.
Evrendeki tüm olgu, olay ve nesnelerin temeli, maddedir; maddedeki çelişkiler ve bunun doğurduğu sürekli değişme­dir. Bu durum, tüm olgu, olay ve nesnelerin nedenidir. Toplum­sal olguların nedeni de maddedir. Bu nedenler, diyalektik akıl yürütmeyle anlaşılır. Bu tür akıl yürütme; tez, antitez ve sentez sürecinden oluşur. Bu süreç biteviyedir. Önce tez oluşur. Tezin karşısına antitezi çıkar. Bunların etkileşmesinden sentez oluşur. Sentez, bir tezdir. Bunun antitezi gelir. Böyle sürüp gider. Bilinç de, maddî bir organ olan beynin bir işlevidir. Doğru bilgi; beynin diyalektiğiyle, doğanın diyalektiğinin etkileşmesiyle oluşur. Her olgu, olay ve nesnenin içinde çelişkisi olduğundan, her doğru bilginin içinde de çelişkisi yani yanlışı vardır. Diyalektik süreçle elde edilen bilgi, gittikçe daha doğruya ilerleyen, biteviye bir yapıya sahiptir. Bu nedenden dolayı, yüzde yüz doğru (kesin, mutlak) bilgi yoktur. Doğruluk değeri gittikçe yükselen bilgiler vardır. Bilgi, uygulama ve kuramın iç içe işlemesiyle daha tutarlı olur. Uygulama sonucu elde edilenlerle, kuram oluşturulur. Kuram, tekrar uygulamaya konur. Bu biteviye sürer; çünkü uygulamasız kuram, kuramsız uygulama olmaz. Toplumsal olgu ve olayların nedeni de maddedir. Bu, üretim araçları ve emektir.
Üretim araçlarına sahip olanlarla, bunlarda çalışanlar arasın­daki çelişki, toplumsal değişmenin en önemli nedenlerinden biridir. Bu bağlamda, insanlık, tüm üretim araçlarının, toplu­mun olduğu, üretimin herkesçe paylaşıldığı ilkel komünal top­lumdan, tüm üretim araçlarına ve artı değere senyor, kral vb.nin sahip olduğu feodal topluma; oradan bunların yerini burjuvazi­nin aldığı kapitalist topluma doğru gelişmiştir. Bundan sonra, işçi sınıfının olduğu sosyalist topluma; en sonunda da üretim araçlarının tüm insanların olduğu komünist topluma doğru değişip ilerleyecektir. Bu nedenden dolayı, insanlık tarihi, sınıf­ların savaşlarıyla doludur; yani tarih, bir sınıflar savaşıdır. Buna son vermek için, üretim araçlarının ve artı değerin sınıfların elinden alınıp, tüm insanlara verilmesi gerekir. Böylece sınıflar ortadan kalkacak ve artık savaşlar da olmayacaktır. Buna ulaş­mak için, işçilerin devleti yönetmesi gerekir. Bu tür yönetim, önce işçi diktatoryası, daha sonra halk demokrasisi ve giderek son aşamada komünizm yani devletin ortadan kalkmasıyla gerçekleşebilir; çünkü devlet bir üst yapı kurumudur ve artı değe­rin alınmasıyla oluşmuştur. Sosyalist devlet, artı değeri halkın yararına kullanır. Oysa feodal devlet senyor, kral, asiller; kapita­list devlet ise, burjuva sınıfının mutluluğu için harcar. Sosyalist devlette ise, en alt noktaya indirilecek ve komünist devlette, sömürü olmayacaktır; çünkü herkes yeteneği ve gücü kadar üretecek; fakat ihtiyacı kadar tüketecektir. Komünist bir topluma ulaşmak için önce kapitalist sistem, devrimle yıkılmalı ve işçi diktatoryası kurulmalıdır. Bunun için, işçiler bilinçlendirilmeli; nasıl sömürüldükleri ve bundan kurtulmanın yolu onlara öğretilmelidir. Bu da politeknik eğitimle sağlanabilir.
Marx, eğitimle ilgili görüşünü Kutsal Aile, Felsefenin Sefaleti, Alman İdeolojisi, Komünist Manifesto ve Kapital adlı yapıtla­rında ortaya koymuştur. O, gençlik dönemi yapıtlarında hüma­nist bir eğitim anlayışına sahiptir. Kapitalist sistemde, insan yabancılaşmıştır; çünkü kapitalist işbölümü insanı özünden, türünden, özgürlüğünden ayırmış; onu yeknesaklığa itmiştir. Bu tür bir işbölümü, kişiyi bir işe bağlı kılarak, onu köleleştirmek­tedir. Tüm bunlar, kişinin yabancılaşmasına, gittikçe küçülme­sine neden olmaktadır. Oysa ilk çağda yaşayan kişiler böyle değildi. Bunlar hem filozof, hem doktor, din ve devlet adamı, hem de hatip ve komutandı. Yani çok yönlü yetiştirilmişlerdi. Bu duruma ulaşmak, kapitalist sistemdeki insandan kurtulmak için yürürlükte olan işbölümünden kurtulmak, yani onu aşmak gerekir. Bunun için insan bütün yönleriyle eğitilmelidir. Marx, olgunluk döneminde hümanist eğitim anlayışından politeknik eğitim anlayışına geçer. Kişiyi yabancılaştıran kapi­talist işbölümünün yerine, onun tüm yönleriyle gelişimini sağlayacak yeni bir işbölümünü savunur. Yeni insan, ancak üretici olmak koşuluyla işe katılırsa, şekillenebilir. Bu nedenden dolayı, tüm çocuklar resmi ve parasız bir eğitimden geçirilmeli ve bu tür eğitimde temele üretim alınmalıdır; çünkü eğitim, üretim içindir. Ayrıca insan, tüm yönleriyle yetiştirilmelidir. Politeknik eğitimde kişiler, üretim süreçlerinin genel, bilimsel ilkelerini öğrenmeli; uygulama yapmalı; her türlü işlerde yarar­lanacakları araç ve gereçleri kullanmalıdırlar. Tüm bunlara ek olarak, insanlar beden eğitimi ve estetik eğitimden de geçirilme­lidirler. Bu tür eğitimde uygulama ve kuram iç içe olmalıdır. Uygulama sonuçlarına göre, yeni bir kuram oluşmalı; bu oluşan kuram, uygulamada sınanmalıdır. Uygulamadan elde edilenlere göre, kuram yeniden düzenlenmeli, yani eksikleri giderilmeli, yanlışları düzeltilmelidir. Bu süreç biteviye sürmelidir. Başka bir öğrenciler bizzat işi, ürünü yapıp ortaya koymalıdırlar. Yetişek, teknolojiye, toplumun ihtiyaçlarına, kişinin ilgi ve yeteneklerine göre aşamalı olarak uygulama ve kuramın iç içe gittiği bir bi­çimde düzenlenmelidir. Öğretmen iyi bir komünist, çok iyi bir usta, iyi bir yurttaş ve insan olmalı, okul yönetimine öğrencile­rin katılmalarını, sorumluluk ve yetki almalarını sağlamalıdır. Eğitim ortamında ceza vardır;fakat bu kişinin tekrar topluma kazandırılmasını sağlamak için kullanılmalıdır. Bu bağlamda eğitimin hedefleri "sınıfları ve her türlü sömürü­yü ortadan kaldırma, insanlar arasında kardeşliği, barışı, ada­leti, eşitliği, mutluluğu vb. sağlama, diyalektik akıl yürütmeyi işe koşma, doğaya egemen olup, onu değiştirme ve üretimde bulunma, tüm olgu, olay ve nesnelerin birbirleriyle ilişkisi olduğunu kavrama, toplumsal yararı, kişisel yarardan üstün tutma, kişiyi çok yönlü yetiştirme, çelişkinin ve değişmenin kaçınılmaz olduğunu benimseme, bilginin yüzde yüz doğru olmadığını temele alma, kişiye komünist görüşü aşılama, uy­gulama ve kuramı birlikte kullanma vb." olabilir. Eğitimin amacı, insanı çok yönlü yetiştirmek, bu yolla doğaya egemen olup onu değiştirme ve üretimde bulunma)^ olduğun­dan, okullarda doğa ve toplum bilimlerine; iş ve teknik, beden eğitimi ve estetik derslere yer verilmelidir. Temele politik ve teknik konuları içeren dersler alınmalıdır. Derslerin içeriği, kişiyi bilinçli bir komünist yapacak, onu savunup, gerçekleş­tirebilecek, diyalektik akıl yürütmeyi sağlayacak nitelikte olmalıdır.
İnsanlık, endüstri çağında olduğundan dolayı, bu endüstriyi kullanıp geliştirecek; toplumun yararına işe koşacak insanlar yetiştirmek üzere eğitim devreye sokulmalıdır. Bunun için uy­gulama ve kuramın endüstriyle iç içe olması gerekir. Dersler ve içerik; öğrencinin ilgisini çekecek, onun üretici yaratıcılığını geliştirecek, kolektif üretimi, çalışmayı, yaşamayı sağlayacak; somuttan soyuta, basitten karmaşığa, kolaydan zora, bilmenden bilinmeyene ve birbirinin önkoşulu olacak şekilde düzenlenme­lidir. Eğitim durumları düzenlenirken şu ilkelere uyulmalıdır:
Uygulama ve kuram birlikte kullanılmalıdır. Bunun için üre­timin yapıldığı her yer (fabrika, atölye, çiftlik vb.) bir okuldur. Öğrenci, okulda öğrendiklerini, üretim yapılan yerde uygulamalı; uygulama sonuçlarına göre, kuramı yeniden gözden geçirmeli; kuramdaki eksikleri tamamlamalı; yanlışları düzeltmeli; kuramı yeniden oluşturup uygulamaya koymalıdır. Bu süreç biteviye olmalı, eğitim ortamı bunu sağlamalıdır; çünkü uygulamasız kuram, kuramsız uygulama olmaz. Okul bir endüstri kurumu olmalıdır; çünkü eğitim, üretim içindir. Öğrenci, yaratıcılığım geliştirdiği bir üretim sürecinin içine girmelidir. Yalnız yeteneklerini geliştirmek değil; aynı za­manda eğitim ortamında ekonomik değeri olan bir iş üretmeli­dir. Deney, gözlem, araştırma, inceleme, gezi gibi etkinliklerin yanında öğrenci, yaparak, yaşayarak öğrenme- öğretme süreci­ne girmelidir.
Kolektif bir bilinç oluşturmak için, kolektif çalışma ve üre­timde bulunmak gereklidir. Eğitim ortamında bireye değil, gruba ağırlık verilmelidir. Öğrencilerin tümü üretim işine gir­melidir; çünkü sınıfsız toplum böyle oluşturulabilir.
Eğitim ortamında karakter eğitimine de yer verilmelidir. Bu­nun için yurttaşlık eğitimi işe koşulmalıdır. Kişiler hem yaratıcı­lıklarını geliştirmeli, hem de yaşantılarında buyruk beklemeden görevlerini yerine getirmelidirler. Bu amacın gerçekleşmesi için eğitim durumunda öğrencilerin tartışarak, üretim ortamında karar vermeleri, görevlerini buyruk beklemeden yapmaları sağ­lanmalıdır.
Eğitim durumunda, özeleştiriye yer verilmelidir. Üretici işin planlanması, uygulanması, değerlendirilip geliştirilmesinin her aşamasında yapılanların tümü grupça tartışılmalı, herkesin gö­rüşü alınmalıdır.
Eğitim ortamında diyalektik akıl yürütmeyi, öğrencilerin kul­lanması sağlanmalıdır. Bunun için, tez, antitez ve sentez süre­cinin işe koşulduğu doğal ve toplumsal olgular sınıfa getirilme­lidir. Ayrıca bu süreç, değişik üretim araçlarında öğrencilerce kullanılmalı; böylece onların çok yönlü yetişmeleri de gerçekleş­tirilmelidir.
Toplum ve doğadaki tüm olgu, olay ve nesnelerin birbirleriyle ilişkili olduğunu gösteren durumlar, eğitim ortamına getiril­melidir. Öğrencilerin, bunları çözümleyerek öğrenme ve öğret­me etkinliklerine katılmaları sağlanmalıdır. Tüm olgu, olay ve nesnelerin nedeninin madde ve maddedeki çelişki ve değişme­ler olduğunu; toplumsal olguların da ekonomik nedenlere da­yandığını kişiye kazandırmak için, eğitim durumlarında bu tür olgu, olay ve nesnelere yer verilmelidir. Tüm doğal ve toplum­sal olgular, diyalektik akıl yürütme ilkelerine göre değerlendi­rilmelidir. Bu yolla Diyalektik Materyalizmi ve sınıfsız toplumu benimseyen, savunan insanlar yetiştirilebilir. Sınıf ortamında, kapitalizm, faşizm ve feodalizmin tutarsızlığını gösteren örnek­ler üzerinde durulmalı, bunlar eleştirilmelidir. Bilimsel sosya­lizmin üstünlüğü, tutarlılığı, neden gerekli olduğu öğrencilere kazandırılmalıdır. Başka bir deyişle, ideolojik eğitim yapılmalı­dır.
Kişileri bedenen ve estetik açıdan da yetiştirmek için onların bu tür etkinliklere katılmaları sağlanmalıdır. Okul öncesi eğitimde ve ilköğretimde, Diyalektik Materya­lizmin ilkeleri genellikle eğitsel oyunlarla kazandırılmalıdır. Eğitim ortamında, disiplin sağlamada gerektiği zaman ceza kullanılmalıdır; fakat bu, insanı tekrar topluma kazandırmak için işe koşulmalıdır. Politeknik eğitimin sınama durumlarında öğrencinin diyalek­tik akıl yürütmeyi kullanıp kullanmadığım, üretime katkısını, kuram ve uygulamadaki başarısını, komünist görüşü benimse­me ve savunma derecesini, kolektif çalışma gücünü, topluma katkılarım vb. ölçen sorular sorulmalıdır. Bir başka deyişle kişi, üretici işteki yapıp ettiklerine, tutumuna, emeğine vb. göre değerlendirilmelidir.
1.6 VAROLUŞÇULUK (Existentialism) ve EĞİTİM
Varoluşçu eğitim akımının dayandığı felsefe, Varoluşçuluktur. Bu felsefenin kurucu ve savunucuları Kierkegaard (1813-1855), M. Heiddeger (1889-1976), G. Marcel (1889-1973 ), K. Jaspers (1883-1969 ), N. A. Bardayev (1874-1948), J.P. Sartre (1905-1980), A. Camus (1913-1960) ve W. Barett'tir.
Kierkegaard'a göre varoluş, insanın gerçekleşmemiş iç varlı­ğıdır. Varlığın potansiyeli olarak varoluş, insanın kendisince, kendi öz iradesince belirlenir. Varoluş, tümüyle bilinemez. Özgürlük ise, sonsuz sayıda olanaklar arasında, kişinin tek biri­ni seçmesidir. Bu seçimden kendisi sorumludur; çünkü insan, kendi kendim yaratan tek varlıktır. Sokrates'te "Kendini bil.", O'nda "Kendini seç."tir.
Jaspers'e göre de varoluş, tümüyle bilinemez. Yalnız o, kah­ramanca bir iş, ölüm, ölümcül hastalık, suç vb. gibi anlarda aydınlanabilir. Ayrıca varoluş, amaçtır ve felsefe yapmak, öl­mesini öğrenmektir. Varoluş kökleri, transandasta yani Tanrı­dadır.
Heiddeger'e göre arkhe, kendiliğinden olan, geliştirilemeyen bir bilinç formu, yani ruh halidir. Kaygı, endişe, tedirginlik vb. insan kişiliğinin apriori formlarıdır. Bunlar, insanın sübjektif varlığını oluştururlar. Heiddeger buna, "Dünya Varlık" adını verir. İnsanın Dünya Varlık'ın anlamını önceden sezmesi için, pratik tüm erek­leri bir yana atması, kendi ölümlülüğünün, manevi zayıflığı­nın bilincine varması gerekir. Bunun sonucu, kendisini sürekli ölümle yüz yüze gören insan, yaşamın her anının taşıdığı değerin ve doluluğun bilincine varabilir. Böyle biri toplumsal var­lığın putlarından, yani ideallerinden, ereklerden, bilimsel so­yutlamalarından kendini kurtarabilir. Varoluş, kavrayıştır, gerçekten önce gelir. Yani varlık, varlığım sayesinde var­dır. İnsan, kendi varlığım kendisi yaratan tek varlıktır. Ağaç, ağaçlığını kendisi yaratmaz; ama insan, insanlığını kendisi yaratır. Toplum gerçek değil, tersine aldatıcıdır. Bilgi, sistemli bilgi, yalnızca koşullu olabilir; asla kesin olamaz. Bilgi, tahmini, yak­laşık şüphelidir. İnsana dıştan gelmedir. Yaşamda, zorunlu bir anlamı yoktur. Bilgi sezgiseldir. Yaşam süresince, benimsenen tasarıların ve yaşantıların sonucu olarak kişinin bilincinde ve duygularında oluşan, ortaya çıkanlardan bilgi meydana gelir. Bilginin geçerliliği, kişiye olan değeriyle saptanır. Sartre'a göre, "İnsan ne yaparsa, odur.", özne (suje) ve nesne (obje) birdir. İnsanın kendisinin farkına varabilmesi için, sınır durumuna, yani ölümle karşı karşıya gelmesi gerekir. İnsanda, varoluş, özden önce gelir. İnsan, kendi özünü seçer. İçinde doğ­duğumuz toplumsal sınıfı, zekâmızı seçmemiş olsak bile, bunla­rın karşısında alacağımız tavrı seçebiliriz. Özgürlük, varoluşun özüdür. İnsan, istediğini yapabilir. Kimsenin ona öğüt verme hakkı yoktur. İnsan için, kendisi yaratmadıkça, hayır ve şer yok­tur. Varoluşun kapısı açıktır; fakat hiçliğe, yokluğa açıktır. Sahip olduğumuz bilgiden tümüyle bağımsız olan maddesel nesneler­den yapılı bir âlem yoktur. Hem âlem, bilinç sayesinde var olur. Yani âlemi yaratan insandır. Biz, âlemden meydana gelmiyoruz, tersine âlem mutlak surette bizden meydana gelmektedir. Biz, her şey olduğumuz halde, âlem hiçbir şeydir. Kendinden başka­sına sahip olunmaz. Ben olmamdan başka, ben yoktur. Bilinç hiçbir şeydir. Bilinç, tüzel olan hiçbir şeye sahip değildir. Bilgi, bilinen olmanın bilincidir. Bilmek demek, nesne aracı­lığıyla, kendimize ne olmadığımızın haberim vermek demek­tir. Her şey dış nesneler karşısında bilince dönüştürülür. Özgür­lük, seçme demektir; seçmemek, özgürlük demek değildir, Seçmemek, seçmemeyi seçmek demektir. İçsel varoluşla, dışsal varoluş arasında ikilik yoktur. Bir varo­luş olan görünüşler, ne içsel, ne de dışsaldırlar. Örneğin, kuvvet; sapma ve hız gibi etkilerin bir toplamından başka bir şey değil­dir. Yani her varoluş, aralarında hiçbirinin özel bir ayrıcalığı bulunmayan birtakım görünüşlerden oluşur. Bir başka deyişle, bir varoluşun varlığı, görünüşünden ibarettir. Bu ise, olaylar­dan başka bir şey değildir; güç (quissance) ve edim (acte) ikiliği yoktur. Her şey, edimdir. Görünüş ve öz ikiliği de yoktur; zira görünüş, özü gizlemez; çünkü görünüşün kendisi özdür. Bir başka anlatım biçimiyle varoluş, olaydır.
İnsanda varoluş, özden önce gelir. Yani önce insan vardır; son­ra da bu insan, doğa ve toplum karşısında türlü savaşlar, etkiler ve tepkilere girişerek, ya da bunlara katlanarak kendi kendini yaratır. Bu, her insan kendi özel karakterini oluşturan nitelikleri, sonradan bu savaşlar sayesinde kazanır demektir. Bu bağlamda, her çağda başka bir değere ve niteliklere sahiptir.
1.6.1 VAROLUŞÇU YETİŞEK
Varoluşçulukta gerçek, tek tek her insandır; ya da bazılarına göre Tanrıdır. İnsan, kendi kendini yaratan tek varlıktır. İnsanda varoluş özden önce gelir. Eğitim, insanı sınır durumuna getirme sürecidir. Bu bağlamda yetişekler, bireyin yaşama bakış açısını zenginleştirecek ve seçimler yapmasını sağlayacak yaşantılara göre düzenlenmelidir. Her bir insan, kendi yaşantılarını kendi seçmeli ve düzenlemeli, bunların sonuçlarından da kendisi so­rumlu olmalıdır. Yetişekte, insancıl psikolojinin ilkeleri temele alınmalıdır. Varoluşçu yetişekte, toplumsal ve doğal olgu ve olaylar olabildiğince geniş ve çok çeşitli bir şekilde öğrenci­nin seçimine sunulmalıdır;çünkü bunlar, kişinin kendini ger­çekleştirmesini sağlayan birer araçtırlar. Konular, tarih, güzel sanatlar, edebiyat, felsefe, insan bilimleri, etik, estetik gibi alan­lardan öğrenci tarafından seçilmelidir. Varoluşçu eğitimin ama­cı, bu seçilen sanatçıları taklit etmek değildir. Bunlar, öğrencinin estetik ve etik duygu ve düşüncelerini harekete geçirici birer uyarıcı olmalıdır. Bu sunulan etik ve estetik materyaller arasın­dan öğrenci kendi görüşünü geliştirecek olanları seçmelidir. Tarih, edebiyat gibi dersler neden sonuç ilişkisini ortaya koy­mamalı, aynı şekilde kişinin kendini sınır durumuna getirecek yaşantılar geçirmesini sağlayacak seçenekler sunmalıdır. Varoluşçu eğitime en uygun teknik Sokratik Tartışmadır. İde­alist felsefede olduğu gibi bu teknik kullanılmamalıdır. Sokratik Tartışma kullanılırken öğretmen, öğrenciye doğrucevabı empoze edecek sorular sormamalıdır. Kendisi de doğru cevabı bilmemelidir. Yalnız öğrencinin kendi düşüncelerini oluşturması için yeni sorunlar ve durumlar yaratmalıdır. Öğren­cinin dikkatini yoğunlaştıracak, uyarıcıları aramalı ve eğitim ortamında sunmalıdır. Yaşamın anlamıyla ilgili sorular sorarak, kişinin kendi doğrusunu oluşturması sağlanmalıdır. Eğitim ortamında, öğrenci kendi sorumluğuyla yüz yüze gelmelidir. Bu­nun için Açık Okul sistemi gereklidir. Bu tür okul şu ilkelere göre kurulmalıdır:
Bu tür okul sisteminde, öğrenci öğrenmeye karşı istekli, iyi, meraklı,enerjik ve açıkgözdür. Üçkağıtçı,hileci, zorla öğrenen, isyankar değildir. Bu ikinci anlayış geleneksel okul sistemin­de vardır. Bir sürü yasak vardır. İşte bu geleneksel okul siste­mindeki yasaklar, öğrencinin zihinsel, duygusal gelişimini en­geller. Açık Okulda, öğretmen, öğrencinin seçim yapmasını, bu seçimden sorumlu olmasını ister. Geleneksel okulda böyle bir seçim yoktur.
Geleneksel okulları sınıflayarak, doktrine ederek, toplumsal görev ve yetkileri belirleyerek öğrencileri böler. Ayrıca yaşa, akademik duruma göre sınıflara ayırır. Testler ve öğretmen notlarıyla onlara uzmandır ya da değildir damgasını vurur. Bu verdiği diplomalar ve kazandırdığı mesleklerle kişinin gelecekteki yaşamını da belirler. Ona yetişkin biri olarak, rollerini çok önceden öğretir. Onu fabrikadan çıkmış bir robot haline getirir. Böylece, onun kişiliğinin özgürce gelişmesini engeller. İnsanın fonksiyonlarını inkar eder. Onu bir ideolojiye göre yetiştirir.
Açık Okul ise, bir öğrenme yeridir. Öğrenci istediği alanda, istediği konuları özgürce seçer ve öğrenir. Bunun için eğitim ortamında sürekli yüreklendirilir. Öğrenci isteyerek ve kendi kendini yönlendirerek öğrenir. Okul, bu tür etkinleri sunan, fırsatları yaratan bir kurumdur.
Açık Okul sisteminde eğitim durumları açık ve kesin olarak belirlenmemiştir. Oysa geleneksel eğitimde, bu durumlar kesin bir şekilde saptanmıştır. Öğretmenin bu belirlenen yetişeği mut­lak surette izlemesi gerekir. Öğrenci geleneksel eğitimde edil­gendir. Verileni ya benimser ya da ret eder. Benimserse, ödül­lendirilir; ret ederse cezalandırılır. Ödüllendirme diploma, not, iş verme şeklinde olur. Açık Okulda ise, çok çeşitli ve değişik öğrenme ortamları vardır. Bu ortam esnek ve dinamiktir. Öğ­renci, öğretmen, öğrenci ve diğer öğrenciler arasındaki ilişkiler, eğitim ortamını zenginleştirir. Bu ilişkiler, öğreticinin gereksi­nimlerinden doğar, gelişir. Neyi yapıp yapmayacağı, kendi seç­tiği durumlarda yine kendi anlayışına göre kendince belirlenir. Kurallar en aza indirilir.Kişinin hakkı, diğer insanların yaşantı­larının doğuracağı baskı en aza indirilerek genişletilmeye çalışı­lır; çünkü diğerine rağmen, birine özgürlük vermek olası değil­dir. Olası olan, gereksiz ve saçma olan kuralları ortadan kaldırmaktır.Geleneksel eğitimde disiplin, dıştan, zorlamayla sağlanır. Buna karşıt, Açık Okulda öğrenci kendi kurallarım yine kendisi üzerinde çalıştığı alanın özelliklerine göre kor ve enerjisini, za­manını ona göre harcar. Geleneksel okullarda disiplinin dayan­dığı sayıltılar şunlardır: 1. Zorlama, kişinin karakterinin oluş­ması için gereklidir. 2. Konulan kurallar ve onun oluşturduğu düzen, yapılacak işte en üst performansı sağlar. 3.Bundan do­layı bu kurallara ve düzene hiç itiraz edilemez. 4. Baş kaldıran insanlar için ceza gereklidir. Bunlar, totaliter disiplin anlayı­şının dayandığı sayıltılardır. Bu sayıltıların kaynakları; doğa, kültür,toplum ve yönetimin gücüdür.
Varoluşçu yetişekte bu üç öğe vardır; fakat geleneksel eğitim anlayışında olduğu gibi değildir. Doğa, insanın seçimini sınır­lar; çünkü insan ona boyun eğmek durumundadır. Toplumsal ve kültürel kaynaklar, toplumsal ilişkiler ağı, gelenek ve gö­renekler ve bunların etrafında dönen olgulara karşı öğrenci­nin duygusu vardır. Bu duygunun oluşmasında, kültürel ve toplumsal öğe çok çeşitli ve değişik olanaklar sunar. Kişi, kendi varoluşunu gerçekleştirmek için, bunlar arasından istediğini seçer. Yönetim gücü ise, yalnız çocukluk çağında, tehlikeli du­rumlar için geçerlidir. Diğer yaşlarda ise gereksizdir. Açık Okulda yetişeklerde şu özellikler bulunmalıdır:
l.Araç-gereç,konu ve kaynaklar çok çeşitli ve değişik olmalı ve öğrenciye her an sunulmalıdır.
2. Öğrencinin yeteneğini geliştirmek için çok değişik ve çeşitli yetişekler düzenlenmeli ve kullanması için öğrenciye fırsat ve imkan verilmelidir.
3.Öğrenme gereksinimleri aynı olan insanların bir araya gel­meleri kolaylaştırılmalıdır.
4. Özel sorunların çözümünde baş vurulacak çok sayıda uz­manlar bulunmalıdır.
Varoluşçu eğitim, insancıl yetişek yaklaşımını içermektedir. Bu tür yetişekte yukarda sayılan tüm özellikler dikkate alın­malıdır.
Bu bağlamda, Varoluşçulara göre eğitimin hedefleri; "insanın kendi kendisini yaratmasını sağlama, insan yaşama başlama­dan, yaşamın olmadığını benimseme, tek tek her insanın ken­di varoluşunu gerçekleştirme, kişiyi sınır durumuna getirme, özgür eylemde bulunma, seçme ve seçtiklerinden sorumlu olma, toplumsal değerlerden kurtulma, anı yaşama, bilginin olasılı olduğunu kabul etme, yalnız insanda, varoluşun özden önce geldiğini savunma, kişiyi temele alma, özne, nesne ayı­rımına gitmeme, doğruya ulaşmada sezgiyi, Sokratik tartış­mayı, bazen de bilimsel yöntemi kullanma, toplumsal çevreye uymama vb." olabilir.
Varoluşçulukta eğitim, insanın başarıyı, başarısızlığı, çirkini, güzeli, savaşımı, karmaşıklığı, acıyı abartmadan; fakat dürüst­çe karşılayan yaşantılar geçirmesini sağlayan bir etkinliktir, "Kendini seç." temele alınmıştır.
Bundan dolayı, kişinin iç eylemine baş vurulmalıdır. Oysa doğa bilimleri, insanı bir nesne gibi ele almakta, insanın doğal yapısını yok etmeye çalışmaktadır. Bu bağlamda sosyal bilimlere ağırlık verilmelidir. Özellikle tarih, edebiyat, felsefe, sanat vb. gibi dersler temele alınmalıdır.
Bilgi, objektif ve kesin değildir. Üstelik aposteriori ve sezgi­seldir. İnsanın yaşamı süresince benimsediği tasarılarının ve yaşantılarının sonucu oluşur. Yani duyguları da içerir. Bu ne­denden dolayı, bilginin geçerliği; kişice kabul edilen değere göre saptanır; çünkü bilgi sorununda özne (suje), nesne (obje) ayırımı yoktur. Özne ve nesne birliktedir. Bilgide önemli olan nesne değil, öznenin ona karşı olan tepkisidir. Ayrıca sorunu anlama­nın tek yolu, o sorunla bir olmadır. Örneğin çiftçiliğin sorunları­nı anlamak için, çiftçi olmak gerekir. Bilginin özelliği bunları içerdiğinden, derslerdeki içerik, tüm bu özellikleri kapsayacak biçimde düzenlenmelidir.
Özgürlük; seçme, eylemde bulunma ve yaptıklarından sorum­lu olmadır. Kişi seçiminin sonuçlarına katlanmalıdır. Başkasını suçlamasına gerek yoktur. Dersler ve onların içeriği; ona seçme, eylemde bulunma olanağı sağlayacak, sonuçlarına katlanacak, başkasını suçlamayacak biçimde düzenlenmeli ve sunulmalıdır.
İnsan, anlamsız bir evrene atılmış, sorumlu; fakat yalnız bir varlıktır. O, kendi kendini, değerlerini yaratan, yolunu kendi seçen biricik varlıktır. İnsan yaşamaya başlamadan önce, yaşam yoktur; çünkü yaşama anlam veren O’dur. İnsan, kendi kendini yarattığından dolayı da özgürdür. Eylemlerinden de kendi so­rumludur. Bunaltı, bu sorumluluğu duymaktır. Bunaltı, insanı eyleme zorlar. Evren, insana karşıdır; anlamsızdır ve ölüm gibi fizik ötesi bir anlamsızlıkla son bulmaktadır. Bunalım, bu ölüm korkusunun sonucudur. Bu korku da, kişiyi kendi çıkarını dü­şünmeye ve buna göre eylemde bulunmaya iter. Oysa, bilimsel­lik ve toplumsallık, kişiyi eyleme itmez. Böyle bir durumda hiç­bir yetişek (program) ve yönlendirme kabul edilemez; çünkü gerçek, sonsuzdur. Okul, aile, çevre; devre dışı bırakılmalıdır. Yani kişi, kendi kendini yaratırken, buna olanak sağlayacak biçimde yetişekler düzenlenmelidir; çünkü çevreye uyum söz konusu değildir. Bu bağlamda, eğitim durumlarım düzenlerken şu ilkelere uyulmalıdır:
Öğrenme-öğretme sürecinde aristokrat sübjektivizm temele alınmalıdır; çünkü bilgi evrensel değil, kişiseldir. Üstelik in­san; okulun, bilginin, aklın üstündedir. Bu durumda, çocuk bir bütün olarak ele alınmalıdır; çünkü o, hem yaşayan bir gerçeklik; hem de olabileceği imkânları içinde taşıyan bir potansiyeldir. Yani kişinin ne olduğu ile, eylemleri arasındaki bağ, O'nun yaşayan gerçekliğidir. Öte yandan, içinde tüm güçlerin saklandığı eşsiz bir ruhsal ve fiziksel varlık olması ise, olabilece­ği imkânlarıdır. İnsanın kişiliği, eğitimin etki alanının dışında­dır. Oysa karakterinin biçimlendirilmesi, eğitimin görevidir. Karakter eğitiminde, öğretmenin dehâ olması gerekmez. Yaşam dolu, canlı , öğrencileriyle doğrudan iletişim kuran bir insan olması yeterlidir. Öğretmen, eğitim ortamında, alçak gönüllü, öğrenciye güven veren, kendisinin de farkında olan biri gibi davranmalıdır. Ancak bu yolla öğrencilerini etkileyebilir; çünkü karakter, Yunanca'da etkilemek demektir. Bir başka deyişle, öğretmen karakter eğitimine gitmeli, eğitim ortamında yukarıda belirtildiği gibi davranmalıdır.
Marcel'e göre, Batı Uygarlığı insanı dikkate almıyor; çünkü ma­kineye benzeyen bir toplum yaratmıştır. Bunun sonucu olarak, insan, kim olduğunu unutmuştur. Bu durumdan kurtulmak için, her insan, başat değer kabul edilmelidir. Bu da, kişinin kendi kendini yaratmasından; özgürce eylemde bulunmasından geçer. Marcel ve Jaspers'e göre özgürlük, başkalarının etkinliği­ne içten katılmadır. Bundan dolayı, özgür insanlar olarak, baş­kalarının da özgürlüğünü tanımak zorundayız. Bu da, sevgi ve karşılıklı paylaşmayla sağlanır. Özgürlük, deneyimle elde edilir. Yoksa, onun ne anlama geldiğini bilmekle değil. Kişi; ben, benim diyemiyorsa, yaşamını kendisini belirleyemiyorsa, özgür değildir. Sartre ve Heidegger'e göre, özgürlük; topluma, genel iradeye teslim edilemez; fakat kişi isterse, grupla birleşebilir. Bu, baskı altında değil; kendi özgür iradesiyle olmalıdır. Bu bağlamda grupla eğitim, her bir kişinin gelişimini, özgürce se­çimim sağlayacak biçimde düzenlenmelidir. Yani temele kişinin varoluşu alınmalıdır; grubun standartlarını yükseltmek değil. Böyle bir ortamda öğretmen, neyin iyi, neyin kötü olduğunu belirtmemeli; tersine sorulara içten, doğru yanıt vermekle ye­tinmelidir. Öğrencinin, öğretmene güven duymasını sağlama­lıdır. Başka bir deyişle, öğrenciye neyin iyi, kötü, güzel, çirkin vb. olduğunu sezdirmelidir. Bunların seçimini, seçiminden doğacak sonuçların sorumluluğunu öğrenciye bırakmalıdır. Öğretmen, kendi değerlerini kesinlikle, öğrenciye zorla benimsetmeye kalkmamalıdır; çünkü bilgi, kesin değil, tersine olasılı­dır. Tüm bunlardan dolayı, eğitim ortamında Sokratik Tartışma, bazen de bilimsel yöntem, her bir öğrencinin sezgi gücünü, kendi doğrusunu tanımak ve geliştirmek için işe koşulmalıdır.
Eğitim ortamında temele tek tek her öğrenci alınmalıdır; çün­kü kişi her değerin üstündedir. Geçmiş, gelecek değil; an önemli olduğundan, sorunlar günlük bağlamda ele alınmalıdır. Kişinin yaratıcı bireyselliğini, özgür gelişimini sağlayacak bi­çimde eğitim durumları düzenlenmelidir. Bunun için nesneler dünyası değil; kişinin dünyası temele alınmalıdır; çünkü varo­luşçulukta eğitim, mutlu bir çağ için değil; tersine kişisel hoşnutluk içindir. Ayrıca eğitim, kişinin kendini tamamlama özlemim gidermelidir. Yaşamda büyük buluşlar yapan kişiler, hep bu özlemi duyanlardır. Öyleyse, eğitim ortamı, tartışıp seçilebilecek pek çok içeriğin bulunduğu, kendini tamamlayabileceği olanakların sunulduğu ve kullanıldığı, teke tek eğitimin bu şekilde işe koşulduğu bir yapıya sahip olmalıdır.
Eğitim durumunda, aşırı uzmanlaşmaya gidilmemelidir; çün­kü bu durum, çocuğun içsel yaşamımın gelişimini engeller. Meslek eğitimine, küçük yaşta başlanmamalıdır; özellikle de uzmanlaştırıcı bir meslek eğitimi verilmemelidir. Bunun yerine, öğrenci bir işi, ya da bir mesleği; özgürlüğünün gelişiminde bir araç olarak kullanmalıdır.
Varoluşçu eğitimin sınama durumlarında, öğrencinin kendi varoluşunu gerçekleştirip gerçekleştirmediğini yoklayan, sezgi­ye dayalı, özgürce seçim yapıp yapmadığını, sorumluluk duyup duymadığını, yaratıcılığı ortaya koyup koymadığını belirleyen vb. sorular sorulmalıdır. Ezbere dayalı, toplumsal değer ve yar­gıları içeren, soyut bilgiyi kapsayan sorulara yer verilmemelidir.

Hiç yorum yok: