Global Medya – Alternatif Medya
Özellikle 1980’lerdeki ekonomik ve politik dönüşümler sonunda dünyada hızlı bir globalleşme sürecine girilmiş, bu süreç medyayı da bütünüyle etkilemiştir. Global süreçlerin medyaya en önemli etkisi medya içeriğinin daha çok ticarileşmesi ve tekelleşme eğiliminin artmasıdır. Bunun sonucunda, dev global medya şirketleri dünya medya içeriğinin önemli bir bölümünü kontrol edebilir duruma gelmişlerdir.
Global medyanın en önemli özelliği ticari medya olmasıdır. Buna paralel olarak global medya milyarlarca dolarlık cirolara tekabül eden dev bir sektördür. Global medya konusunda tanınmış uzman Robert W. McChesney 'birinci sıra’ diye adlandırdığı ve yıllık ciroları 5 milyar doların üzerinde dokuz medya grubunun büyük bir hakimiyet kurduğunu, bunların ardından gelen ve 1-5 milyar dolarlık cirolarıyla 'ikinci sıra' diye adlandırılan 50 kadar medya grubunun ise bölgesel ve ihtisas piyasalarında yer alarak birinci gruptakilerin hakimiyetini güçlendirici bir işlev gördüklerini belirtiyor [1][1].
Türkiye açısından bakıldığında, bu işbirliğini hangi 'yerli' grupların sağladığını kolaylıkla görüyoruz. Türkiye’de medya sektörünün yarısından fazlası sadece üç sermaye grubunun elindedir. Global medya süreçlerinin etkileri Türkiye’de özellikle medya içeriğinin hızla ticarileşmesi sonucunu doğurmuştur. İçerikte kamusal kaygıların azalması sadece özel yayın kuruluşlarını değil, TRT gibi kamu yayıncılarını da büyük ölçüde etkileyen bir süreç olmuştur. TRT bu süreç sonunda ne yazık ki ticari yayın kuruluşlarına alternatif kamusal nitelikli içerik sunmak yerine, onlarla rekabet etmek adına içeriğini onlara benzetmiştir.
Global Medyanın diğer bir önemli özelliği tekelleşme eğiliminde olmasıdır. 1983 yılında dünya medyasına 50 kadar şirket hakimdi ve o yıl gerçekleşen en büyük birleşme tutarı 340 milyon doları buluyordu. 2000 yılında ise hakim şirket sayısı dokuza düşerken birleşme tutarları da -AOL ve Time Warner örneğinde- 350 milyar dolara ulaşmıştır[2][2].
Amerika Birleşik Devletleri'nde büyük yayıncıların çıkarlarını savunan Ulusal Yayıncılar Birliği'nin (NAB) de lobi faaliyetleri sonucunda FCC tarafından getirilen değişikliklerle çapraz mülkiyetin önü açılmış ve tekelleşme süreçlerine bir ölçüde dayanabilen yerel radyolar da artık global medya kontrolüne girmeye başlamışlardır. Yatay ve dikey tekelleşme süreçleri giderek hız kazanmaktadır. Tematik eğlence parklarından kitap evlerine, müzik yapım stüdyolarından uydu platformlarına, internet servis sağlayıcılarından televizyon yapım stüdyolarına her türlü içerik sağlayıcısı ve taşıyıcısı artık tekelleşme süreçleriyle güçlü global medya grupları tarafından birleştirilerek satın alınıyor. Dijital teknolojilerin bir sonucu olarak ortaya çıkan 'convergence' (birleşme, yöndeşme, yakınsama) giderek enformasyon taşıyıcı şirketleri de medya grupları kontrolüne sokuyor. İnternet servis sağlayıcılarında sonra sıra şimdi de GSM operatörlerine gelmiş durumda.
Global medyanın yukarıda değindiğimiz iki temel ekonomi politik özelliğinin (ticari içerik ve tekelleşme eğilimi) bir sonucu olarak içerikte tek seslilik ve yanlılık sorunu gündeme gelmektedir. Tekelleşen, ticarileşen ve giderek daha fazla reklama dayalı hale gelen global medya, artık zaten iktisadi olarak birlikte hareket ettiği şirketlerin reklam bağımlısı olarak onların tam anlamıyla hizmetine girmiştir. Reklam veren ve/veya aynı sermaye grubunda bulunan şirketlerin global medya içeriğine doğrudan ya da dolaylı bir çok çeşitli müdahalesi olağanlaşmıştır. Hatta bazı durumlarda, medya içeriğini oluşturanlar, rakip şirketlere yönelik iktisadi rekabetin aracı haline gelebilmektedirler ve sütunlarını ya da program sürelerini rakip şirkete yönelik kampanyalarda açıkça kullanabilmektedirler.
Advertorial uygulamasını bile masum saymamıza neden olabilecek açık gizli türlü reklamcılık numaraları, medya yöneticilerinin gizlemeye gerek duymadıkları bir biçimde onların artık reklamcıların hizmetinde olduklarını[3][3] göstermektedir. Reklamcılar da reklam verenlerin hizmetinde olduklarına göre kamunun hizmetinde artık kimse yoktur demektir!
İçeriğin bu hale gelmesinde yukarıda değindiğimiz iki global iktisadi süreç birinci derecede sorumludur. Son olarak Irak savaşında, global medyanın artık iyice açığa çıkan tek sesli ve yanlı içeriği durumun vahametini ortaya koymuştur. Siyasi olarak yanlılık ayyuka çıkmıştır. FAIR (Fairnes and Accuricy in Reporting) adlı medya izleme grubunun bir araştırmasında 2001 yılında ABC, CBS ve NBC haberlerinde görüşlerine başvurulan kişilerin büyük bir çoğunlukla beyaz, erkek ve Cumhuriyetçi olduğu saptanmıştır[4][4].
Dolayısıyla "iktisadi ve siyasi gücü elinde bulunduranlar medyayı da kontrol etmektedirler" önermesi ne yazık ki artık daha kolaylıkla kanıtlanabilmektedir. Bu kontrol sadece günümüzle sınırlı kalmayıp geçmişimizi ve geleceğimizi de kapsamaktadır. Global medya gruplarının 'işlettiği' tarih tematik kanallarında sözde bilimsel anlatılarla tarihin nasıl tahrif edildiğini izliyoruz. Benzer çarpıtmaları ve manüplasyonları bilim-kurgu kanalları da yapıyor. Bu tematik televizyon yayınlarının daha nitelikli olduğu varsayılan bir izleyici kitlesi olmasına karşın çarpıtmaların ve manüplasyonların pervasızca sürdürülmesi, sorunun çözümünün ne kadar güç olduğunu gösteriyor.
Gerçekten de sorunun çözümü güç. Ancak tarih bize hegemonik gücün karşısında bir çok başarılı direniş örnekleri veriyor. Şüphesiz internet başta olmak üzere yeni teknolojilerin alternatif olanakları değerlendirilmelidir. Ancak sorunun özü iktisadidir ve çözümü politiktir. Dolayısıyla meslek örgütleri başta olmak üzere "akıntıya karşı kürek çekmeye hazır" olmak gerek.
Alternatif medya, bu arayışların ortak adı olarak karşımıza çıkmaktadır. Ne yazık ki “alternatif medya” kavramsallaştırması çok geniş olduğu için o ölçüde de açıklayıcılıktan uzaktır. Alternatif medya kavramı genellikle olumlu bir kavram olarak algılanır ve sanki tüm alternatif medya içerikleri doğru ya da olumlu içeriklermiş gibi kabul edilir. Halbuki alternatif medya kavramı geniş kapsayıcı (inclusive) bir kavramdır ve örneğin yen nazi gruplarının alternatif radyoları da bir alternatif medyadır. Bir medyanın alternatif sayılabilmesi için iki temel özelliği bulunmalıdır: 1) mülkiyeti egemen medyadan farklı olmalıdır. Bu nedenle alternatif medya ticari ya da devlet elinde bir mülkiyete konusu olmamalıdır. 2) İçeriği egemen medyadan farklı olmalıdır. Bu nedenle alternatif medya içeriği global/egemen söylemi yeniden üreten ona paralel bir içeriğe sahip olmamalı, alternatif içerik sunabilmelidir. İşte bu iki özellik alternatif medya kavramının kapsamını genişletmektedir. Yeni Nazi radyoları örneğine döner isek, bu radyoların da açıkladığımız iki temel alternatif medya olma özelliğini taşıdığını söyleyebiliriz. Bu tür, içeriğine karşı çıkacağımız çok sayıda alternatif medya örneği gösterilebilir.
Bu noktada, özellikle radyo ve televizyon yayıncılığı açısından alternatif medya kavramının şemsiyesi altında ilgili diğer kavramalara da değinmek yararlı olacaktır. Bunlardan birincisi, yasadışı (illegal) medya kavramıdır. Alternatif medya kuruluşları, bir ülkede o ülkenin yasal mevzuatına göre yasal ya da yasa dışı durumda olabilir. Alternatif medya örgütlerinin gerek içerikleri gerekse de örgüt yapıları bakımlarından yasa dışı konuma düşmeleri oldukça sık rastlanan bir durumdur. Burada yasa dışılık durumunun çok şaşırtıcı şekillerde ortaya çıkabildiğini, en “demokratik” ülkelerde dahi birçok alternatif medya girişiminin yasa dışı sayılabildiğini belirtmeliyiz.
Yasadışı alternatif medya, başlıca iki değişik türde ortaya çıkabilmektedir. Ekonomik nedenlerden dolayı yasadışı konuma düşen alternatif medya için genellikle korsan (pirate) medya kavramı kullanılır. Bu türe bilinen en tarihsel örnek Radio Carolina’dır. Telif hakları başta olmak üzere ticari nedenlerle müzik yayını yapan bu radyo uzun süre İngiltere kara suları dışından gemi üzerinde yayın yapmıştır. Bugün internette ekonomik/ticari nedenlerle yasa dışı sayılan bir çok alternatif medya içeriği söz konusudur.
Yasadışı alternatif medyanın ikinci türü gizli (clandestine) ya da yer altı (underground) alternatif medyadır. Bu türdeki temel neden politiktir ve hedef olunan ülke ya da grup kendisine yönelik bu içeriği genellikle yıkıcı ya da kışkırtıcı içerik olarak kınar. Bu tür içeriklerin üzerinde sunulduğu ülke ise genellikle ya kendisinin demokratik bir ülke olduğunu ve bu nedenle bu tür yayınlara karışamayacağını ileri sürer ya da kendisinin bu yayınla hiçbir ilişkisi olmadığını ve hatta kendi topraklarından bu yayının yapılmadığını ileri sürer. Radyolar savaşı diye de adlandırılan II. Dünya Savaşından sonra hızla artan kısa dalga radyo yayıncılığı, iki kutuplu soğuk savaş döneminde ilginç çekişmelere sahne olmuştur. Sovyetler Birliği’ne ve Avrupa’daki Warşova Paktı ülkelerine karşı açıkça yıkıcı ve kışkırtıcı yayın yapan Radyo Liberty ve Radio Free Europe adlı radyo yayınları, ABD tarafından sürekli kendisiyle ilgili olmayan yayınlar olarak takdim edilmişti. Bu yönde Sovyetlerden gelen şikayetler karşısında ABD Hükümeti, ABD’nin özgür bir ülke olduğunu, bu nedenle bazı sivil girişimlerce yapılan bu yayınların yasaklanamayacağını, ancak ABD hükümetinin bunlarla hiçbir ilişkisinin bulunmadığı ısrarla vurgulamıştı. Ancak daha sonra 1991 çözülmesinin ardından bu yayınlar arkasındaki büyük CIA desteği belgelenmişti. Bugün Türkiye’ye yönelik bazı uydu televizyon yayınların da benzer bir süreç içinde ortaya çıktığı, televizyon yayıncılığı açısından bir mevzuat birliğine sahip olamayan AB’nin bu konuda çite standart içinde olduğu görülmektedir.
Kaydol:
Kayıt Yorumları (Atom)
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder