Google
 

9 Ekim 2007 Salı

Bilim

Bilime “ doğayı, özellikle doğaya ilişkin kuram yada beklentilerimizi, sürekli sorgulama etkinliği” yada klasik bir tanım olan “doğayı anlama ve ona hakim olma çabası” diyebiliriz. İnsan için, yaşam çevresi, giderek tüm evreni anlamak köklü bir ihtiyaçtır. Bu ihtiyaç bilim öncesi dönemlerde günlük gözlemlerle, basit tahmninlerle yada kişinin kültürel ortamından edindiği hazır bilgi ve önyargılarla karşılanmıştır. Günümüzde bile insanların büyük çoğunluğu benzer davranış içindedir. Bilgi birikimimizin önemli bir bölümü sağduyu düzeyinde kalan bu yaklaşıma borçluyuz. (Bilimin Öncüleri,Cemal Yıldırım – sf:15) Einstein’in söylediği gibi “Tüm bilim, günlük yaşantının bir uzantısıdır”.
Tüm canlılar gibi insanın yaşamını sürdürebilmesi doğal çevresiyle arasındaki uyuma bağlıdır. Ama insanlar sadece uyum kurmakla kalmamış aynı zamanda düşünme, iletişim kurma ve araç yapma gücüyle, doğaya egemen olma sürecine girmiştir. Günümüzdeki üstün teknolojik ve bilimsel başarılara, tarihin derinliğinde, eski taş devrinden itibaren insanın bu yetilerini kullanması ve geliştirmesiyle ulaşılabilmiştir.

-Modern Bilim-

“ Modern bilimin doğuşu insanlık tarihinin belkide en önemli olayıdır. Bir kez bilim, bir araştıma yöntemi olarak insan düşüncesine güçlü bir nitelik kazandırmıştır. Sonra, ortaya koyduğu sonuçlar, ilk uygarlıklara yol açan icat ve buluşlar ölçüsünde önemlidir.” (Bilimin Öncüleri, Cemal Yıldırım - Sf: 7). Ayrıca; modern bilimin doğuşu, bugünkü ulaştığımız göz kamaştıran bilimsel ve teknolojik başarıların temelini sağlamlaştırmıştır.

Yukarıda önemini belirttiğimiz, bilim tarihinde bir dönüm noktası olarak kabul edilen Modern Bilim’in ortaya çıkışını hazırlayan sosyo-ekonomik süreçlere bu bölümde genel olarak yer verilmiştir.

A) (14 - 16.yy ) ORTAYA ÇIKIŞ KOŞULLARINI HAZIRLAYAN TOPLUMSAL, POLİTİK VE İKTİSADİ SÜREÇLER:

Modern bilimin doğuşunu ve gelişimini daha analaşılabilir kılmak bakımından, döneme özelliğini veren toplumsaL, politik, ve iktisadi süreçleri incelemek gereklidir. Modern bilimin ortaya çıkışını hazırlayan süreçler -tüm yaşamı tanrısal bir ışık altında gören- ortaçağda oluşmaya başlamıştır.

Ortaçağ

Ortaçağ, MÖ 5.yy’da Batı Roma İmparatorluğunun yıkılışı ile Türklerin İstanbul’u fethi arasındaki sürece verilen addır. Bu dönemde, üretici güçlerin gelişmesi ile devlet iktidarının parçalanmış olması, kavimler göçü nedeniyle ticaret yollarının kapanmış olması, ticaretin ve para kaynaklarının azalmasıyla, kentler önemini yitirdi. Böylece kentlerden tarım alanlarına göç başladı. Bütün bunlar “Avrupa’da ve Asya’nın bazı yörelerinde soylu toprak sahiplerinin egemenliğine dayanan feodalizmi doğurdu.

Feodalizmle birlikte köleler ve köylüler serflere, büyük toprak sahipleri ise feodal beylere dönüştü. Ve ortaçağ boyunca toplumsal yapının temlini oluşturan feodalizm gelişti. “Feodalizm’de toplum bir piramitgibi örgütlenmiştir. Piramitin en tepesinde yörenin en büyük toprak sahibi yada kralı vardı, altında vergi ödeme koşulları ile toprağı üstlenen soylular ve piramitin en altında ise toprakla alınıp satılabilin serfler yer alıyordu.(Temel Britanica,Cilt :6 – Sf: 272).Kısacası feodal düzene, özel mülkiyetin yeniden şekillenmesi gözüyle bakılabilir.
“ Ortaçağ’da hristiyanlık Avrupa’da tek bir görüş haline geldi ve ortaçağ diyince birleştirici bir güç olarak hristiyanlık akla gelir oldu ” (Sofi’nin dünyası – Sf: 193).Çünkü ortaçağ uygarlığı hristiyan bir uygarlıktı ve bunu temsil eden kilise önemli bir role sahipti. Kilise, hiyerarşik yapılanma ile “Katolik Kilisesi” adını aldı ve ruhani otoritesini benimsetmeye başladı. “ Bu dönemde kilise, tanrı-devlet deyimi ilke özleştirildi” (Sofi’nin dünyası – Sf: 201).Bununla beraber kilise sadece inanışla değil bütün alanlara müdahil olmaya başladı ve bundan bilim nasibini aldı.
“ Ortaçağ’da bilim kilisenin tekelinde, teolojinin buyruğu altına girdi. Bu ortamda daha sonra ortaya çıkan skolastik felsefe’de her ne kadar Aristotales mantığı çevresinde ussal bir dizge idiyse de, temelde, teolojik içerikli bir metafizik olmaktan başka bir şey değildi. Nitekim bu düşüncenin zamanla özgür arayışlara kapalı, olgusal dünyayı anlamaya değil, dinsel dogmaları ispatlamaya yönelik kısır bir geleneğe dönüştü. 16. Ve 17.yy’larda bilimsel atılımlar ölüm cezasıyla sindirmeye yönelen –engizyon- bu geleneğin bir aracıydı”(Bilimin Öncüleri, Cemal Yıldırım – Sf: 12)
Din ve büyünün düşünce üzerinde baskısı çok ağırdı. Manastırlar, bir tür üniversite işlevi görüyordu. “Ayrıca üniversiteler de kilise ile fazla içli dışlı olduğu için 16.yy’da ölmeye yüz tutmuş kurumlar haline geldi”(Sosyal Bilimleri Açın, Gulbenkian Komisyonu, Sf: 15). Din dışı bilimsel çalışmalar “pagan”(çoktanrılı, dinsiz) sayılır oldu.
“Yine hristiyanlığın egemen olduğu bu ortamda doğaya ilişkin bilimler ve bu arada bilim, kilise öğretisini pekiştirdiği oranda himaye gördü. Ortaçağ, bilimsel gelişme bakımından avrupa üzerine serilmiş karanlık bir dönem olarak nitelendirilmiştir. Ancak okul sisteminin bu dönemde gelişmeye ve biçimlenmeye başlamış olduğu için kimilerine göre bu dönem bin yıllık gelişme dönemidir.”Sofi’nin Dünyası, Sf:152)

Ortaçağ Bu Karanlık Dönemi Yaşarken İslam Dünyasındaki Durum

Ortaçağ bu karanlık dönemi yaşarken doğuda yeşeren İslam Uygarlığında ise bilimsel alanda dikkat çekici bir hareketlenme görülür. Arapların, insanlığın bilimsel ürünlerini toplama ve koruma yolundaki çabaları bilim ve düşünce tarihinde önemli bir yer tutar. Bu dönemde Simya (bayağı maddeleri altına ve gümüşe çevirme) alanına yoğunlaşmışlardır. Matematik, fizik ve astronomi alanlarında ise Öklit’in geometrisi ve Batlamyus’un eserleri çevrilmiştir.Sayı sisteminin tamamlanması ile roma rakamalrının yerini almıştır. İbn-i yunus güneş ve ay tutulmaları ile ilgili çalışmalar yapmıştır. İbn-i Sinan özellikle hekimlik alanında önemli bir gelişme halini alan Kanun adlı eserini yazmnıştır. Gazali, astronomi ve cebir alanındaki üstün çalışmaları ile; Ömer Hayyam ise büyük bir şair olduğu kadar, astronomi ve cebir ile ilgili çalışmaları ile tanınırlar.(İslam felsefesi tarihi, Henry Carbin Sf: 131-154)

Yeniçağ

Başlangıçta üretimin düşük olması, az üretilen ürünün ancak üretildiği yuerin ihtiyacını karşılaması ve teknolojik üstülüğün yerini teknolojik durgunluğa bıraktığı bu dönemde tarımsal üretim ile köyler kentlerden üstün hale gelmişti. Ama kentlerde zanaatte hareketlenmelerin ve gelişmelerin başlaması ile, kentlerin önemini arttırmaya başlar. Kentlerdeki zanaatçilerin ürünleri ile köylülerin tarımsal ürünlerini sattıları pazarlar, panayır halini alarak önem kazanır. Bunlarla birlikte para ticareti, sanayi ve bankacılık baş göstermeye başlar.
“Ticari amaçla yapılan üretimin yüksek olması ile bazı kişilerin, tacirlerin (özellikle burjuvaların) elinde büyük servetler oluşmaya başladı. Bu da sermayenin ortaya çıkış koşullarından biri oldu.”(İlkel köleci Feodal Toplum, Sol Yayınları, Sf: 194).Ayrıca haçlı seferlerinin ticaret burjuvazisinin gelişmesini körüklemesi, altın elde etmek için yapıulan buluşlar servetlerin artmasına sebep oldu. Bununla birlikte burjuvalr hak satın almaya ve böylece ayrıcalıklı konum elde etmeye başlarlar.
Sermayenin birikmesi ve ticaretin gelişmesiyle zanattaki üretim yetersiz kalır. Böylece zanaaetten ticarete ve ticarettende manifaktüre geçiliyor. Manikaftür:” uzun süre anlamı belirsiz kalan bu kelime, bir ürünün yapımının parça parça işler halinde ayrı işailere verilmesi ve işçilerin usta başlarının gözetimi altında aynı bşnada yoğunlaşmalarını ifade etmektedir. (uygarlık grameri syf : 418). Üretimi ve sermayeyi artırmak yolu, araç halindeki ticareti amaç haline getirdi.

Ulus Devletlerin Ortaya Çıkışı
Bu anlattığımız kapitalist ilişkilerde ilerleme (özellikle ticaret alanındaki) ve toplumsal – siyasi ilişkilerde gelişme, var olan halklardan başlayarak, ulusların billurlaşması olayını doğurdu. Bu, iktisadi birliğin ve devletlerin siyasal merkezleşmelerinin sonucuydu. Ülkelerin ayrı ayrı bölgeleri arasında iktisadi bağların güçlenmesi, dillerin ve ulusal kimliklerin oluşmasına elverişli koşullar yaratıyordu. Ulus – Devletler, bu bağlamda kapitalist üretim ilişkilerinin gelişmesi ile oluştular. Oluşan ulus- devletlerde nüfusun bütün sınıf ve tabakaları, ulustan sayılıyordu. Ama iktisadi ve siyasal bakımdan burjuvazi bu nüfus üzerinde bir egemenlik taşıyordu. (ilkel Köleci Feodal Toplum syf:193)

Coğrafi Keşifler

15. ve 16. yy.larda avrupalılar tarafaından yeni ticaret yollarının, okyanusların ve kıtaların bulunmasına “coğrafi keşifler” denmiştir. Önceleri dini ve ilmi amaçlar taşıyan bu dünyaya yayılma hareketi 15.yy ikinci yarısında açık bir şekilde ekonomik amaçlara yönelmiştir. Yeni çağ avrupasında ticaretin gelişmesi ile paraya ve madenlere olan ihtiyacı artmıştır. Avrupalıların gerek değerli madenlere ulaşmak, gerek ticareti geliştirmek, gerekse kazançlar elde etmek için asya ve avrupa’ ya seferler düzenlemişlerdir. İşte bu çoğrafi keşifler avrupalının dünyasında ve giderek insanlık düşüncesine büyük boyutlar kazandırdı. Okyanus, kıta, uygarlıklar, bitki gibiyepyeni kavramların farkına varıldı. Sosyal düşüncede, bilimde devrimin kapıları çalındı.



Teknik Gelişmeler

Bu dönemdeki önemli teknik gelişmeler pusulanın, barutun, teleskobun ve özellikle matbaanın keşfidir. Çünkü bu keşifler döneme özelliğini veren ve döneme damgasını vuran olaylar olmuştur.
* Pusulanın keşfi ile gemiyle yolculuk yapmak kolaylaşmış ve biraz önce dediğimiz coğrafi keşifler için bir temel oluşturmuştur.
*Barut’un ve top’un keşfi, feodalitenin yıkılışını hızlandırması bakımından dönem için önemli keşiflerdendir.
*Teleskop’un bulunması ile astronomide önemli atılımlar gerçekleşmiştir.
*Matbaanın keşfi ise gerek doğu’nun biligisinin avrupa’ya taşınmasına, gerek rönesans hümanistlerinin fikirlerinin yaymasına ve en önemlisi kilise’nin bilgi üzerindeki tekelinin ortadan kalkmasına katkıda bulunması ile bilimin önünü açaması açısından büyük önem taşır.(Sofi’nin dünyası, Sf:224-225)

Rönesans

Feodalizm’den kapitalizm’e geçiş ile iktisadi ve siyasal mücadelelerin değişmesi, coğrafi ve teknikl gelişmelerin yarattığı sosyo-ekonomik sürecin aktörü burjuvazimin yeni konumu ile; ortaçağın geri-tutucu geleneği arasındaki farklılığın bilim, edebiyat, ve sanatı etkilemesi kaçınılmazdı. Yeniden doğuş anlamına gelen rönesansla kilise’nin gücü giderek azalmaya başladı. Bununla birlikte teolojinin ve skolastik düşünce yerini gerçek bilime, özgür araştırmaya ve öğrenmeye bırakmıştır.
“Rönesans, herşeyden önce rönesans hümanixzmi ile yeni bir insan görüşü yarattu. Rönesans hümanizm görüşü, insanın günaha yatkın yanının tek taraflı biçimde vurgulandığı –tanrıdan yola çıkan- ortaçağ insan görüşüyle taban tabana zıt bir görüştü. Bu görüş insanı sonsuz ve değerli bir varlık olarak gören insan ve dünya ile ilgili bir felsefe anlayışıydı.(Sofi’nin dünyası, Sf: 226)

Reform

Reform 16.yy boyunca tüm avrupayı etkileyen dinsel bir harekettir. Bu hareket katolik kilisesinin aşırı zenginleşmesi ve yozlaşmasına karşı gelişmiştir. Amaç olarak dini ve kiliseyi ortadan kaldırmayı değil, bunları iyileştimeyi, yani katoliği yeni bir dinle değiştirmeyi öne sürüyordu. Böylece hristiyanlık’ın en büyük üç mehzebinden biri olan Protestanlık’ın kurulmasına yol açmıştır. En önemli önderleri Martin Luther ve Jean Calin’dir.(İlkel Köleci Feodal Toplum, Sol yayınları, Sf:202)
“Reform, ortaçağın öğretisel birliği umudunu bırakmayı gerekli bulmuş ve bu, insana kendi düşünme, dahası kendi temel sorunlarını düşünme özgürlüğü vermiştir. Değişik ülkelerdeki değişik inançlar, eziyet çekilen nülkenin dışına çıkarak kurtulma olanağı sağlamıştır. Teolojik savaştan dolayı öğrenme, yetenekli kişilerin dikkatini din dışı bilgilere özellikle matematik ve bilime çevirmiştir.(Batı Felsefesi Tarihi 2.cilt, Ortaçağ, Sf:263-272)

B) (17-18.YY) BİLİM DALLARININ UZMANLAŞMA SÜREÇLERİNİ BELİRLEYİCİ DÜŞÜNCE VE TEORİLER

B.1) DOĞA BİLİMLERİ

“17. ve 18.yy’lardaki biçimiyle doğa bilimleri öncelikle gökyüzü mekaniğinin incelenmesinden yola çıkılarak kuruldu. Başlangıçta, doğa yasalarını saptamanın meşruluğu ve önceliğini kabul ettirmek isteyenler, bilimle felsefe arasında bir ayrım yapmıyorlardı. İki alanı ayırdıkları durumda da, bu iki dalın dünyevi gerçeği aramakta elele verdiklerini düşünüyorlardı. Ancak deneysel, amprik çalışmalar bilimin vizyonunda merkezi bir yer edindikçe, felsefe doğa bilimlerine giderek, gerçek hakkında a priori,deneye tabi tutulmaya n önermeler geliştimekle suçlanan teolojinin yerini alan bir dal olarak görünmeye başladı.” (Sosyal Bilimleri Açın, G. Komisyonu, Sf:14)-

Bilim akımlarının ayrılması
“17. yy’ bilimsel devrimine iki önemli görüş egemen oldu. Bunlar, doğaya geometrici bir anlayış ile bakan, evrenin matematiksel düzen ilkelerine göre yapılandığını kabul eden Platoncu ve Pythagorasçı gelenek ile doğayı muazzam bir makina olarak kabul eden görüngülerin arkasındaki gizli mekanizmaları açıklamaya çalışan mekanikçi felsefe ‘ydi.
Pythagorasçı gelenek, görüngülere bir düzenlilik anlayışı içinde yaklaşıyordu. Bu geleneği benimsiyenler için, evrenin nihayi yapısının ifadesi demek olan, kesin, matematiksel bir betimleme keşfetmek yetiyordu. Buna karşılık mekanikçi felsefe tek tek görüngülerin nedenselliğiyle ilgileniyordu” (B.Ö giriş bölümü)
Bu iki görüşün beraberliği sanıldığının tersine her zaman uyum içinde olmadı. 17.yy’ ın başından sonra bu iki görüşün karşı karşıya geldiği görüldü. Bununla birlikte pythagorasçı geleneğin akımı pozitifizim; ister gözle görünmeyen gerçeklerin varlığını yadsınsın, ister bilimin bunlara ulaşamayacağı açıklansın, yalnızca algılanabilir gerçeklerle ilgileniyordu. Daha 17. yy’ ın ilk yarısında rahip mersenne ‘ in öne sürdüğü olguculuk, fiziği anlamsız kurgulardan kurtarıp, eşyanın doğasına yöneltme onuru kazandırmıştır. Ancak olguculuk 19. yy’ da bir çok bakımdan fiziğin gelişimini, özellikle, moleküller ve atomlar konusunda gerçeklerin öğrenilmesini geciktirdi. Ayrıca termo dinamik ve enerji bilime üstünlük tanıyarak istatistiksel mekaniğin gelişmesine engel olanda bu olgucu tutum olmuştur. (20. yy. Düşünce tarihi syf: 306, Necat Bozkurt)
“Öte yandan 17. yy. Başında fizik, büyük gelişme gösteren matematiksel aracı kullanmaya başlamıştır. Ardından matematiksel fizik ya da kuramsal fizik hızla gelişti ve yaygınlaştı. Nitekim newton mekaniği daha iyi açıklandı. Ve özellikle hidrodinamik kuramlarına, ıs yayılmasına, esnekliğe ve elektromanyetikliğe uygulandı. Bu genel tutumların yanı sıra fizik yöntemi daha güzel ve ayırt edici niteliklerde gösterir. Bunların bir kısmı 17. yy. Başlarında çağdaş bilimin doğuşuyla ortaya çıkmıştır. Öbürleri ise uzun süre içinde işlenerek gitmiştir”. (20. yy. Düşünce akımları, Necat Bozkurt syf : 307)



17. ve 18. yy’ larda bilim dallarının uzmanlaşma süreçlerinde bilim adamlarının belirleyici düşünceleri ve teorileri:

Kepler (1571 – 1634)

Kepler astronomiye modern niteliği kazandran kişidir. Keplerin bilimsel gelişmeye katkısı iki yüzlüdür. Güneş sistemiyle bulguları ile daha kapsamlı Newton teorisinin ortaya çıkmasına zemin hazırlar ayrıca hipotez veya teorilerin gözlemsel oldulara uygun düşmesi üzerindeki uğraşıya bilimsel araştırma ve yöntem anlayışına yeni bir boyut getirir.
Gençlik coskusuyla işe koyulduğunda amacı mistik inancı doğrultusunda ‘ göksel alemin müzikhal uyumu’ geometrik olarak belirmekti. Çalışması noktalandığında astronomi matematiksel düzlemenin ötesinde fiziksel bir gerçeklik kazanmıştı.
Kepler, henüz öğrenci iken Copernicus sistemini benimser ve ispatına koyulur. Gözlemci-astronomi bilgini Tycu Brunenin Copernicus sistemini çürütmek üzere topladığı veriler Brahenin ölümü ile asistanı keplerin eline geçti. Keplerde bu verileri kendi sistemini oluşturmak için kullanmıştır. Böylece gençlik yıllarından beri yaptığı çalışmaları başarılı kılan temel, gezegenler ile ulaştığı yasalardır.
1.yasa( gezegenlerin yörüngeleriyle ilgili ): Bir gezegen, odaklarından birinde güneş olan elips çizer.
2.yasa( gezegen hareketleriyle ilgili ) : Bir gezegeni güneşe birleştiren doğru parçası eşit sürelerde eşit alanlar alır. ( Hız, güneşe yakın iken artar, uzak iken azalır. )
3.yasa : Bir gezegenin yörüngesini tamamlamak için geçildiği sürenin karesi onun güneşe olan uzaklığının kübü ile orantılıdır.
İlk iki yasa platoncu geneleksel düşünce ters düşmeleri bakımından 3. Yasa ise göksel nesnelerin matematiksel olarak ifade edilebileceğini göstermesi bakımından önemlidir. (B.Ö sf: 92-97)

Horwey William (1572-1657)

Astronomide Kopernikin , fizikte Galileonun başattığı devrimci atılımı da tıpta horwey gerçekleştirir. Kanın dolaşımı üzerindeki çalışmasıyla bilim tarihine geçen Horwey, yalnız bu çalışmasıyla değil, tıptaki yerleşik önyargıları kırmakta gösterdiği dirençle de öncü kişiliğini kanıtlamıştır.
Akciğerde ve vücutta kanın dolaşımını düzenleyen kalbin çalışma şeklinin açıklanması Horwey ile olmuştur.
Ve şu yargıyı elde etmiştir: ‘ Kalp, içi boş pompa gibi çalışan bir kastır. Harekete geçtiğinde boşluk daralır, kan dışa pompalanır. Gevşediğinde, kan tam tersine, iç boşluğa yönelmektedir. ‘ Ayrıca Harwey kalbe taşınan kanın miktarını da saptamıştır.
Gerçeği ön yargılarla değil, nesnel gözlem verilerinde arıyan, kutsal da sayılsa doğmalara boyun eğmeyen Ho rwey, bilimdeki başarılarının yanı sıra özgür araştırma geleneğinin kurulmasın da ödün vermez kişiliği ile de bilim tarihin de saygın yerini almıştır. (B.Önciler 98-103)



Galileo Galilei (1564-1642)

Modern bilimin oluşumun da ilk atılımlar astronomi de kendini gösterdi; ama daha kapsamlı devrim, galileo’ nun aristotales fiziğinden modern fizik bilimine geçişi sağlamasıyla temeli atılan ve Newton da tamamlanan mekanikle yetkinliğe ulaştı. Fiziğin “babası” diye anılan Galileo aynı zaman da, güneş merkezli sistem için sürdürdüğü mücadele ile düşünce özgürlüğüne öncülük etmiştir. Onun düşüncemize büyük bir katkısı da, deney sonuçları ile matematiği birleştirmesi, öylece bilimsel yöntemin bugün kü anlamda işlemiş olmasıdır.
Galileo nun en özgün çalışması fizikte dinamik diye bilinen nesnelerin devinimlerine ilişkin etkinliğidir. Aritotales, hareket halindeki bir cisim itilmesse ergeç durur demişti. Bu görünüşte doğru varsayım uzun süre geçerliliğini korudu. Fakat bu varsayım, temel de sakat tı. Çünkü hareket halindeki bir cismin durmasının sebebi itilmemesi değil, hareketi engelleyen takim dinamiklerin varlığından ileri geliyordu. Bu engeller yok olduğun da, cismin hareket etmesi beklenir. Tüm engellerin giderildiği ideal bir ortam oluştuğunda cisimlerin sonsuza kadar hareket etmesi beklenir.
Bu ilke eskiden kopusu da belirtiyordu:
1-hareketsizlik gibi harekette doğal bir özelliktir.
2-doğrusal hareketin nazara alınması zorunludur.
Galileo, cisimlerin düşme (ivme) olayını da aynı yaklaşım ile ele aldı.Günümüzde, atmosferde serbest bırakılan iki cismin ağır olanı daha önce yere ulaşır. İdeal bir durumda (tam bir boşlukta), yoğunlukları ne olursa olsuntüm cisimler aynı düşme mesafesini aynı sürede tamamlar. Gözlemler, düşmenin sabit bir hızla değil saniyede (10 metre) artan bir hızla meydana geldiğini göstermiştir. Burada hareketin doğrusal değil, nesnel olduğunu gösterir. Demekki boşlukta dahi bir etki vardır ki bu yer çekimidir.
Galileo’nun ayın yüzünün sanıldığının tersine pürüzlü olduğu gözlemi onu Engizisyon mahkemesinin karşısına çıkarır. Çünkü bu gözlemler. “ tanrısal düzen” diye bakılan gökyüzünün hiç te kusursuz, yetkin bişey olmadığı demekti. Otuz yıl önce Bruno’ yu yakarak cezalandıran engizizyon, Galileo daha yumuşak davranır, onu ev hapsine mahkum etmekle yetinir.
Engizisyon Galileo’ yu mahkum eder; ama o mahkumiyet Galileo nun değil, dinsel bağnazlığın kendi ölüm fermanı olur. Kilise işlediği ayıbın ezikliğinden bugün bile tam kurtulmuş değildir. (B.Ö syf : 84 – 91)

Sır Izaok NEWTON (1642-1727)

Bilim öncüleri tarihinin iki parlak yıldızı vardır: Newton ve Einstein yaklaşık iki yüzyıl arayla ikiside fiziğin entemel sorunlarını ele aldılar. İkisinin de getirdiği çözümlerin madde ve enerji dünyasına bakışımızı kökten değiştirdiği söylenebilir. Nweton, Galileo ile Kepler’ in: Einstein, Newton ile Max well’ in omuzlarına yükselmiştir.
Newton çok canlı bir araştırmacıydı: matematik, mekanik, gravitasyon ve optik alanlarının her birindeki başarısı tek başına bir bilim adamını ölümsüz yapmaya yeter de. Yüzyılımıza girinceye dek her alanda bilime model oluşturan fiziksel dünyanın mekanik açıklamasını büyük ölçüde ona borçluyuz.
Newton ulaştığı sonuçları, bilim dünyasının en büyük yapıtı sayılan “Princida” da topladı. Bu eserin:
İlk bölümde devinimden bahsedilir. Galileonun eylemsizlik ves erbest düşme yasasını
Newton kapsamlı bir teoriyle incelemekteydi. Galileo nun eylemsizlik ilkesine Newton “kütle” yasasıyla daha net bir bakış kazandırır. Değişik kütleye sahir iki nesne , sıkışık bir yayıp karşıt uçlarına bastırılıp bırakıldığında kütlesi büyük olanın ivmesi daha azdır.
Bu mekanikçi kuramın bir yasası da “kuvvet”tir. Kuvvet, hız veya yön değiştirmenin nedeni olarak tanımlanmakta ve bunun kütle ile ivmenin çarpımından oluştuğu belirtilmektedir.
Mekaniğin gücü yasası ise: çoğumuzun günlük deneyimlerinden bildiği bir ilişkiyi içermektedir. Her etkiye karşı, eşit bir “tepki” vardır. Kütle ve kuvvetin sonra mekaniğin son yasası budur.
Galileo ile Newton mekaniğinde yalnızca aynı doğrultuda tek-düze devinim doğuldar. Denenmenin yön ve hız değiştirmesi ancak bir dış kuvvetin etkisiyle olanaklıdır.
Newton “gravitasyon” kuramını yasaya dönüştürmüştür. Buna göre evrende var olan herhangi iki nesne birbirini kütlelerinin çarpımıyla doğru, aralarındaki mesafenin karesiyle ters orantılı olarak çeker. İşte bir elmanın yere düşmesiyle, Dünya güneş etrafında dolaşması gibi birbirinden uzak olguları bir tek kategoride açıklama olanağı bu ilke ile mümkün kılınmıştır.(Evrensel Çekim Yasası)
Newton’un ulaştığı sonuçlar sonuçlar onun modern bilimin gelişmesinde ne kadar büyük bir önemi olduğunu kanıtlıyor. (Bilimin Öncüleri sy:115-122)

Francis Bacon (1561-1626)

Bilimsel yöntem anlayışı, bilimin uygar yaşam için önemini uygulamaya yönelik bilgin
in güç ve değerini işleyen yapıtları; “kısır diye nitelediği skolastik düşünce geleneğine karşı yüreklice ortaya koyduğu tepkisiyle bilim tarihine yön çizen bir öncü vardır. Francis Bacon.
İçinde doğduğu dünya çelişkilerle dolu bir dönemden geçmekteydi: bir yandan da insanoğlunun yeni keşiflerle bilinmeyene açıldığı: öbür taraftan büyü, fal türünden aldatıcı uygulamaların yaygınlık kazandığı, kilise buyruğuna ters düşenlerin yakıldığı ve afaroz edildiği bir dönemin nesnelliği içinde yaşadığından, bu çabası daha anlaşılır oluyor. Yani Bacon bir değişim-dönüşüm sürecinde yaşıoyordu ve yaptığıda bunu anlama yorumlama ve yönlendirme çabasıydı.
Bacon’a göre her türlü deney ve gözlem sonuçlarını topluma; kaydetme, sınıflama doğanın sırlarını bize verir. Yani bilimsel yöntem, gözlem-deney yolundan veri toplama ve sınıflama şeklindedir(Tümevarım). Bacon karşı çıktığı geri skolastik anlayışın insanların üzerinde yarattığı bilgisizliğe doğru bu yöntemle karşı çıkılabileceğini söyler.
Ancak Bacon’un bu yöntem anlayışı, olguları açıklamakla değil, betimlemekle kalınacağını, bununda bilimin önemli bir işlevini eksik bıraktığını, doğadaki olup biten bütün olguların gözleme olanak vermediği, ve bilimsel yöntem anlayışındaki bazı yetersizlikler gerekçeleriyle yoğun bir eleştiriye tutulmuştur.
Değindiğimiz tüm bu yetersizliklere karşın, Bacon’un bilimsel gelişme için gerekli ortamın hazırlanmasında oynadığı büyük rolün önemi tartışılamaz. Unutmamak gerekirki, Bacon bir bilim adamı olmaktan çok, bilimi bağnazlığın tekelinden kurtarma savaşı veren bir düşünürdü. (Bilimin Öncüler, Tübitak Y., Sf: 78-83)

Antoine Laurent Lavosier (1743-1794)

Lavosier’in Kimya Bilimine Giriş adlı kitabı, kimyanın gerçek anlamda nitelik kazanmasını sağlamıştır.
Lavosier, bilim dünyasında ilk önce yanma olayına ilişkin geliştirdiği kuramıyla ün kazanır. Lavosier, araştırmalarına başladığında kimyada Antik Yunan’ım maddeye ait dört element olan su, hava, toprak, ateş öğretisinin yanısıra, ateş ile yanmaya ilişkin flogistan kuramı geçerliydi (yani yanma maddenin yanarken “ateş maddesi” flogistan çıkarması demektir). O zamana kadar yanma olayını açıklamadaki güçlüğün sebebi gazlara ilişkin bilgi eksikliğindendi.
Lavosier, kapalı kapta fosfor yakınca gazın ağırlığının değişmediğini, oysa havanın içeri girmesiyle birlikte, gazın ağırlığının arttığını saptamıştı. Bu gözlemini, Prestley’in deneylerini tekrarlayarak, yanmamnın maddenin flogistan çıkarması ile değil, oksijenle birleşmesiyle meydana geldiğini ispatlamasıyla kuramına kavramsal ve doyurucu bir nitelik kazandırmıştır.
Ne ki, kimya devrimini oluşturmada başka önemli çalışmalarda vardır. Ayrıca, deneylerinde özellikle ölçme işleminde gösterdiği olağanüstü duyarlılık kendisini izleyen yeni kuramsal araştırmacılar için özenilen bir örnek olmuştur.
Kimya dil, mantıksal düzen ve kuramsal açıklam yönlerinden bilimsel kimliğini Lavosier’e borçludur.
Bu bağlamda Lavosier’in bir şey keşfettiğinden bahsedilemez. Daha çok başkalarının bulduğu nesne ve olguları açıklayan, kimyasal bileşime açıklık getiren bir kuram oluşturmak, nesneleri adlandırmada yeni bir sistem kurmasından bahsedilebilir. (Bilimin Öncüleri, Tübitak Y. Sf:123-128)


AYDINLANMA ÇAĞINA GENEL BAKIŞ

Avrupada düşünce alanında köklü bir değişimin yaşandığı 18.yy’a aydınlanma çağı denir. 17.yy sonlarında başlayan ve 18.yy da gelişen aydınlanma çağının kökeni, orta çağ feodalizmine kadar dayanır. Felsefe, siyaset ve edebiyat alanında etkili olan bu akım kısaca aydınlanma diye adlandırıldı. (Temel Britanica, cilt2, sf:228)
Rönesans çağında, Avrupa insanı, kendini geleneklerden ve kalıplaşmış yargılardan kurtarmaya başlamıştır. Bilim alanındaki yeni buluışlar ve araştırmalar, kilisenin evren hakkında söylediklerini doğru olmadığını ispatlamaya, en önemlisi Avrupa’yı kilisenin monarşisinden kurtarma mücadelesi vermiştir.
18.yy aydınlanma çağı, rönesans ve modern bilim başlığı altında incelemeye çalıştığımız feodalizmin içinde gelişen kapitalizmin, alt yapıda ve üst yapıda feodal üretim ilişkilerine ve kiliseye karşı verilen mücadelenin başarıya ulaştığını belirtir. 18.yy da ise bu mücadele yerini siyasal savaşıma bırakır.
Aydınlanma döneminin, bilimdeki gerçek aydınlanma dönemi olarak kabul edilebilecek 16.ve 17.yy’ların birikimine dayandığını söylemek yerinde olacaktır. Çünkü düşün alanındaki devrim bu dönemdeki bilim adamlarının (özellikle Newton, Gallileo ve Bacon’ın) yarattığı birikim ve cesaretle meydana gelmiştir. Zaten mekanikçi bilimin düşün alanındaki etkisi kesin bir gerçektir. (Adım Dergisi-1Kasım 1998 tarihli 1. Sayısı, Yaşar Aydın)

B.2)BAĞIMSIZ BİR SOSYAL BİLİMİN KURULUŞU

“18.yy dan önce, bilimsel tutum, felsefi tutuma oranla daha önem kazanmaya başlamıştır. 18yy da ise bilimle felsefenin birbirinden ayrılmasını öngören düşünceler yaygınlaşmıştır. Yine bu yy da sosyal olgunun düzenli bir karakteri olduğu, bu nedenle fiziksel evreni yönetenlere benzeyen doğal yasalara bağlı olduğu düşüncesine varılmıştır. Toplumsal yasalar anlayışına ulaşılması, bilimin amacı denemelerle sınanabilecek yasalara varabilmek olduğu için önemli bir ilerlemenin belirtisi olmuştur.

Bu bakımdan 18.yy’ın katkısı büyük önem kazanmıştır. Fakat felsefi yaklaşım bu yy da önemini korumuştur. Sosyal yasa düşüncesi, bağımsız bir sosyal bilim anlayışı genel bir kabul görmemiştir. Aynı şekilde 18.yy yazarlarının sosyal bilimin sınırlarını ve amacını tanımlayabildikleri söylenemez” (20.yy Düşünce Akımları, Nejat Bozkurt, sy:13)

Auguste Comte’un yaptığı katkı işte bu noktada önem taşımaktadır. Çünkü A.Comte, sosyolojinin kurucusu sayılır ve bir kurucu olarakta sosyoloji terimi ilk defa onunla ortaya çıkmıştır. Ayrına Comte’un temel katkısı sosyal bilimlerin amacını tam olarak tanımlamak olmuştur. (Bununla birlikte Comtu sosyal bilimlerin gelişmesine yaptığı katkı sanıldığı kadar önemli olmamıştır. (20yy Düşünce Akımları, sy:15-16)

“Karl Marx’ın katkılarıysa sosyal olgunun amacını ve göreceli karakterde oluşunu aydınlığa çıkardığı için aynı şekilde önem taşımaktadır. Bir bilim olarak sosyolojinin kuruluş ve oluşumunda Marx’ın getirdiği katkılar temel teşkil etmiştir” (20.yy Düşünce Akımları sy:13)

18.yy’da Uzmanlaşmaya Başlayan Sosyal Bilimler

Ayrı ayrı sosyal bilimlerin ortaya çıkışı 20.yy a özgü bir oluşum değildir. Bu oluşum sosyal bilimlerin felsefeden ayrılmalarına bile öngelmiştir.
Sosyal bilimlerde ilk uzmanlaşma 18.yyda gerçekleşmiştir. Sosyal bilimlerin metafizik, ahlaki ölçüleri metafizik ahlaki ölçülerin ve değerlerin etkisinde kalmaya devam ettiği dönemdede deneysel yöntemlere dayanan bazı uzmanlaşmış disiplinler kurulmuştur. Buna verilebilecek ilk örnekler ekonomi politik, demografi ve tarih sosyolojisidir.Tarih sosyolojisi, ekonomi politik ve demografi kadar gelişmesede ayrı bir disiplin olmaya başlamış bulunuyordu.(20.yy Düşünce Akımı, Nejat Bozkurt sy:20)

Not: Araştırma ödevinin son bölümünde (c) uzmanlaşmayı izleyen dönemde, uzmanlaşmaya gelen tepkiler ve bununla ilgili konulara yer verilmiştir.


C) (20.YY SON ÇEYREĞİNDEN BU GÜNE) GÜNÜMÜZ MODERN BİLİMİNİN ÇIKMAZLARI, OLANAKLARI VE GELİŞİM OLASILIKLARI


Teknolojik gelişmelerin giderek ivme kazandığı 20.yyda gelişme bu yyın son çeğreğinde baş döndürücü bir hıza ulaşmıştır. Teknoloji, bilimselüretimin yaşama geçirilmesidir. Öte yandan, bilimsel araştırmalardan elde edilensomut ve yararlı sonuçler, verimleri ve bunlara ilişkin araç, yöntem ve süreçlerin bütününü ifade eden bir anlaşma sahiptir teknoloji. Ama teknolojinin her zaman somut ve yararlı sonçlera ulaştığı özellikle 1945de Hiroşima’ya atılan atom bombası ile oluşan facia, kafalarda bu tanım için soru işaretleri oluşmasına neden olmuştur.

20yy’ın son çeğreğini etkileyen en önemli olay transistörün bulunması sayılabilir. Çünkü transistör, elektroniğin her alanını büyük ölçüde etkiledi; ama bu etki en çok bilgisayarlarda gözlendi. Sonraki yıllarda integral devrenin geliştirilmesi, micro işlemcileri, sanayinin; bilimsel araştırmaların giderek günlük yaşamın ayrılmaz parçası durumuna getirdi. Otomasyon, robotlar ve yapay zeka bu alandaki en önemli gelişmeler oldu.

“1957’de Sputnik ile başlayan uzay serüveninde 2003 yılının ikinci yarısında Amerika ve Rusya’dan sonra kendi gücüyle insanlı uzay uçuşunu gerçekleştirmeyi düşünen Çin’in de bu serüvene katılmasını önayağı olması sebebiyle büyük önem taşır. (Turkish Daily News, Ocak3,Associated Express)

230.yydaki en önemli ve tartışmalı gelişmelerden biride genetik mühendisligi olmuştur. Ve tartışmalar, genetik mühendisliğinin gelişim ile devam edeceğe benziyor.

Teknolojinin çeşitli uygarlıklarda tarih boyunca gösterdiği gelişmeler, toplumla ilişkiler açısından, başlıca üç özellik dikkati çekmektedir: bu özellikleri toplumsal gereksinim, toplumun kaynakları, ve toplumsal ortam ile ilgili başlıkları altında toplayabiliriz. Teknolojik gelişme günümüzde pek çok sorunu beraberinde getirmiş olmakla birlikte; onun egemenliği altına girmeden, teknoloji ile uyum içinde yaşamanın yollarını aramak gerekmektedir. Zaten günümüz toplumları bu gelişmeler karşısında önemli karalar almak zorundadırlar. Teknolojik gelişmeyi toplumsal amaçlarla uyumlu olacak şekilde denetleyip düzenlemenin gerekliliği ve yaşamın her alanında onsuz olunamayacağı göz önünde bulundurulmalıdır. Öte yanda teknolojinin günümüzde çok büyük birhızla ilerlediği dikkate alındığında, birey ve toplumları büyük bir sorumluluk yüklenmektedir. Teknolojik gelişmenin ortaya çıkardığı temel sorunları dört ana başlık altında özetleyebiliriz: Nükleer teknolojinin yol açtığı sorunlar, nüfus patlaması, doğal kaynakların hızla tükenmesi, çevre sorunları ve öbür toplumsal sorunlar (açlık, salgın hastalıklar, savaş ve terörizm.) Nükleer teknolojinin denetim sorunu, temel olarak siyasal bir sorun biçiminde karşımıza çıkmaktadır. Bu sorunun temelinde, dünyanın, her biri bir devlet biçminde örgütlenmiş olan çeşitli uluslara ayrılmış yapısı yatmaktadır. Soğul savaş döneminde nükleer silahlar ulusların tepesinde Demokles’in kılıcı gibi sallanmışlar ve uzun yıllar toplumlara korkular yaşatmışlardır. Atom bombasının gezegenimizi yok edecek sayıda olması bilim adamının topluma karşı sorumluluğu konusu ciddi bir biçimde gündeme getirmiştir. Teknolojinin sadece bir araç olduğu, yapıcı amaçlar için de, yıkıcı amaçlar için de kullanılabileceği genel olarak kabul gören bir görüştür. Buradaki temel sorun bu kullanım biçmini toplumların hangi süreçlerle belirleyeceği sorundur.Sovyetler Birliği’nin dağılmasından sonra hiç değilde şimdilik böyle bir tehlike gündemde çıkmış gibi görünmektedir. Ama yinede atom bombası hammadesi kaçakçılığı, nükleer silahların teröristlerin eline geçme tehlikesi gündemdedir.

Bunlarla birlikte Amerikanın önümüzdeki günlerde Irak ile girişeceği savaşta yine nükleer silahlar gündemde. Bu silahların kullanılıp kullanılmayacağı, yeniden bir hiroşima olayının gerçekleşip gerçekleşmeyeceği kafalarda oluşan soru işareti olmaya devam ediyor. Nükleer tehlike sorununun nereye gideceği başka bi soru işaretidir.

İnsanlık eğer nükleer yıkım tehlikesini atabilirse, çok yakın bir gelcekte büyük bir nüfus patlaması sorunu ile karşı karşıya kaacaktır.Bu sorunun çözümünde, modern teknolojinin de yardımıyla, tutulabilecekk iki yol var gibi görünmektedir. Bunlardan birincisi doğum kontrolü yöntemlerinin geliştirilmesi ve uygulamsıdır. Ne varki teknolojinin bu konuda sunduğu olanaklarla, kimi ahlaksal değerlere ve dinsel tabulara dayanılarak karşı çıkmaktadır.
Öte yandan en iyimser tahminler bile uygulanacak doğum kontrol programlarıyla nüfus artış hızında 20.yy sonunda ancak küçük bir azalma sağlanabileceğine öngörmektedir. Bu durumda dünya gıda üretiminin arttırılması için çok yoğun çabaların harcanması gerekmektedir. Modern teknolojinin bu çabada çok büyük katkısının olacağı kuşkusuzdur. Çağdaş toplumların, modern teknolojininde etkisiyle, karşılasştıkları en önemli sorunlardan bir başkası çevre sorunu olarak karşımıza çıkmakta. İnsan oğlu yylardan beri çevreye zarar veren etkinlikler içinde bulundu. Ama günümüzde, bir yandan nüfüsün aşırı biçimde artmış olması öteki yandan sanayileşmenin ulaştığı, çevre sorununu dünya çapında bir bunalıma dönüştürmüştür. Bunalıma yol açan temel nedenin teknolojinin kendisi değil, insan tarafından kullanılış ve uygulanış biçimi olduğunu vurgulamakta yarar var. Tarihin varılan bu noktasında insanlık yok olma yada sağlıklı gelişmeye giden yollardan biri aslında bir seçim yapma durumundadır. Bu seçimde ona felsefi düşünmenin problem çözen ve yok gösterici etkinliğinin yararlı olacağı kuşku götürmez.

20.yyda bu yaşananlar sanki uyumlu uyumsuzluklar’dan oluşan bir süreci andırmaktadır.


C.2)SOSYOLOJİDE UZMANLAŞMA

19.yy’da Sosyoloji’nin Kurucularının Uzmanlaşmaya Tepkileri

19.yy boyunca sosyolojinin kurucuları sosyal bilimlerin birbirinden ayrılıp parçalanmasına ısrarla karşı çıkmıştır.Auguste Comte “Sosyal olguların esas itibarıyla birbiriyle yakından bağlantılı olduğunu” ve sadece belirli bir kategorideki olguların verimsiz ve kısır olacağını öne sürmüştür.

Sosyal bilimin bir bütün olduğu görüşünü Marx daha şiddetle savunmuştur. Marxist sosyolojinin temelinde tüm sosyal olgunun (kendi içindeki öğeleri arasında) tam bir karşılıklı bağıntı olduğu düşüncesi bulunmaktadır. Marxizme göre, sosyal olgulardan hiç biri tek başına alınıp incelenemez.

UZMANLAŞMIŞ DİSİPLİNLERİN ÇAĞDAŞ ARTIŞI

Sosyolojinin kurucularının direnişleri başarılı olamamıştır. Uzmanlaşmış sosyal bilimi günümüzde git gide daha çok sayıda uzmanlaşmış dallara ayrılmıştır: etnoğrafya, antrapolaji, sosyal psikoloji, hukuk, ekonomi, demografi, ekoloji, siyasal bilim vb..

1-Uzmanlaşma ihtiyacı: Sosyal olguların karmaşıklığı ve bu olguların gözlenmesi için kullanılar tekniklerin farklılıkları uzmanlaşmayı kaçınılmaz kılmıştır. Günümüzde hiçbir sosyolog, sosyal gerçeklerin tümünü, uzmanlaşmış araştırmalarınelde ettikleri sonuçlara dayanarak ikinci elden bir çalışma yapmaksızın, inceleyebilecek durumda değildir. Bu ihtiyaç açısından sosyal bilimin çeşitli dallarının ayrı ayrı ele alınması gerekir.
2-Genel bir sosyal bililer teorisinin bulunamayışı:
3-Üniversitelerdeki Bölümleşme: Üniversitelerdeki bölümler ve sosyal bilimlerdekiuzmanların yetişmesinde farklılık bölümüne eğiliminin daha da güçlenmesine yolaçmıştır. Sosyal bilimlere gelenler istatistik, felsefe, etnografya, psikoloji, psikiyatri,tıp vb., değişik alanlarda uzmanlaşmış kimseler olarak gelmektedir.
4-Sosyal bilimlerdeki parçalanmaya karşı en son tepkiler: Sosyal olgunun parçalanmazlığı ve sosyal bilimlerin köklü birliği hiç bir zaman ciddi bir kuşku konusu olmamış , bu nedenle de daima uzmanlaşmış disiplinlerin ufalanıp parçalanmasına karşı bir çare bulunmak istenmiştir. Bunlardan biri Auguste Comte’un önerdiği genel konularda uzmanlaşmış kimseler yetiştirmektir. Genel sosyoloji sosyal bilimlerin sonuçlarını sentez ederek bu yönde çalışmaktadır.

Hiç yorum yok: