Google
 

13 Kasım 2007 Salı

1923 yılında Cumhuriyet’in ilanıyla birlikte her alanda köklü değişimler başlamıştır

I. Ulusal Mimarlık akımına bağlı mimarlar çalışmalarını sürdürürken Atatürk’ün asıl hedefi Anadolu şehirlerini Batılı anlamda planlı bir biçimde imar ve inşa ettirmektir. Bu nedenle 1927 yılında endüstriyi geliştirmek amacıyla çıkarılan Teşvik-i Sanayi Yasası doğrultusunda aralarında şehir planlamacısı ve mimar da bulunan çok sayıda yabancı uzman ülkemize çağrılmıştır. Çoğunlukla kamu yapılarında görev alan bu mimarlar, çağdaş mimarlık prensipleri dahilinde, yapının kullanım amacını da dikkate alan çok sayıda eser tasarlamışlardır. Uluslararası Mimarlık olarak da adlandırabileceğimiz bu dönem yapılarında I. Ulusal Mimarlık yapılarının özenli cephelerinin aksine daha sade cephe tasarımları uygulanmıştır. Düz çatıların kullanılması da dönemin genel özellikleri arasındadır. Değişim sadece tasarımda değil kullanılan malzemede de görülmektedir. Artık yerel malzeme kullanımı azalmış, demir ve çimento ile birlikte camın da kullanımı artmış, sonuç olarak betonarme yapılar çoğalmıştır. Değişik dış etkilerle biçimlenen bu dönem 1940 yılına kadar varlığını sürdürmüştür.
Uluslararası Mimarlık döneminde inşa edilen yapıların çoğunluğunu yabancı mimarlarca tasarlanan kamu yapıları oluşturmaktadır. Bunlar arasında Sayıştay(1928-30), Mülkiye Mektebi(Ankara Üniversitesi Siyasal Bilgiler Fakültesi, 1935-36), Milli Savunma Bakanlığı(1928-30), Genelkurmay Başkanlığı(1929-30), Cumhurbaşkanlığı Köşkü(1931-31), Büyük Millet Meclisi(1938-60), Ankara Üniversitesi, Dil-Tarih Coğrafya Fakültesi(1937) sayılabilir. Yabancı mimarlar ülkemizde bulundukları süre içinde yanlızca mimar olarak çalışmamışlar, eğitim kurumlarında görev alarak çağdaş mimarlık prensipleri dahilinde eğitim vermişlerdir. Yabancı mimarların yanı sıra Sedat Hakkı Eldem, Seyfi Arkan, Şevki Balmumcu ve Bedir Uçar gibi Türk mimarları da bu yeni oluşumda yer almıştır. Bunlar arasında Seyfi Arkan(1903-1966), Çankaya Hariciye Köşkü’nün(1933-34) yapımı için açılan yarışmada birinci olmasından sonra Atatürk’ün özel mimarı olmuştur.
1938 yılında Atatürk’ün ölümü ve ardından 1939 yılında II. Dünya Savaşı’nın çıkmış olması Türkiye Cumhuriyeti’ni her alanda olduğu gibi mimari alanda da etkilemiştir. Savaş nedeniyle yurt dışından getirilen yapı malzemelerinin getirilememesi yanında bu dönemde yabancı mimarlara karşı tepkilerin de artması mimaride yeniden geleneksel değerlere dönülmesi sonucunu ortaya çıkarmıştır. 1940 ve 1950 yıllarını kapsayan bu dönem II. Ulusal Mimarlık olarak isimlendirilmektedir. Fakat I. Ulusal Mimarlık, Osmanlı ve Selçuklu yapılarını örnek alırken bu dönem temel çıkış noktası olarak Türk konut mimarlığını esas almıştır. Genel olarak kesme taş malzemenin kullanılmış olduğu II. Ulusal Mimarlık dönemi yapılarının en karakteristik özelliği simetri ve anıtsallıktır.
Dönemin adından en çok söz ettiren mimarları Mimar Sedat Hakkı Eldem ve Emin Onat’tır. Sedat Hakkı Eldem’in yapmış olduğu tasarımlar arasında yine en bilinenleri İstanbul Üniversitesi Fen ve Edebiyat Fakülteleri(Emin Onat ile, 1944-52), İstanbul Adalet Sarayı ( Emin Onat ile, 1949), Ankara Üniversitesi Fen Fakültesi(1943)’dir. Dönemin en ünlü yapısı ise Emin Onat ve Orhan Arda tarafından 1942-53 yılları arasında yapılan Anıtkabir’ dir. Bunlar dışında İstanbul Radyoevi ve Çanakkale Anıtı bu dönemin anlayışında inşa edilen diğer yapılardır.
1940’lı yılların sonunda savaş sonrası dünyada yaşanan teknolojik ilerlemeler ülkemizde de hissedilmeye başlanmış ve II. Ulusal Mimarlık akımının etkileri yavaş yavaş yerini gelişen teknolojinin gereği çağdaş mimarlık ilkelerine bırakmıştır. İthal malzeme kullanımının artması, yurt dışına mimarlık eğitimi için giden gençlerin yurda dönmeleri, yabancı mimarların ülkemizde yeniden etkin olmaları mimaride değişimi hızlandıran nedenlerden bir kaçıdır. Aynı zamanda bu yıllardan itibaren mimarlık eğitimi veren kurumların sayısı artmaya başlamış, eğitimin yaygınlaşması ile birlikte mimarlık büroları da çoğalmıştır. Dünyadaki gelişmelerden kısa sürede haberdar olmaya başlayan mimarlar, bir noktaya bağlı kalmaktan ziyade özgün tasarımlara yönelmişlerdir. Sonuç olarak 1950’li yıllardan sonra karşımıza çıkan tasarımları önceki dönemlerde olduğu gibi kesin çizgilerle birbirinden ayırmamız imkansızdır. Bu yeni mimari oluşumun ilk örnekleri arasında İstanbul Hilton Oteli (1953), İstanbul Belediye Sarayı(1953), İstanbul Sheraton Oteli(1959), Ankara Kızılay İşhanı(1959) sayılabilir. Ayrıca 1950’lı yıllardan önce yoğun olarak konut ve kamu yapıları tasarlanmasına rağmen bu yıllardan itibaren fabrikalar, büro ve şirket binaları gibi farklı yapı tipleri dönemin anlayışına göre inşa edilmiştir.

Hiç yorum yok: